Dünyanın oluşumunda rol oynayan tuz, artık sadece yemeklerde ya da konservede değil, pahalı dekorasyon malzemelerinde de kullanılıyor. Salzburg’dan İstanbul’a, örneklerine rastlanıyor
Halil Cibran, “Tuzda kutsal bir yan olmalı; gözyaşımızda da, denizlerde de o var,” demiş. Onun tuzu kutsal saymasını yadırgamamak gerek. Zira tuz, yeryüzünde hayatın ortaya çıkmasında pay sahibi. Günümüz diyet gurularının lanetledikleri ‘üç beyaz’ın arasında şeker ve unun yanında tuzun da adının geçmesine bakmayın. O, tüm canlılar için yaşamsal öneme sahip bir madde. Vücudumuzun su dengesini ayakta tutan o. İstediğimiz kadar su içelim, tuz olmasa, suyu alıkoyup değerlendiremeyen vücudumuz kurur. Atalarımızın yemeklerini tatlandırmakta yararlandıkları ilk baharat, insanoğlunun gıdalarını saklamakta kullandığı ilk konserve edici madde o. Eski Türk mitolojisine göre Nuh Peygamber’in torunu Türk’ün oğlu Tutuk, avladığı geyiği pişirip yerken yere düşürmüş, yer tuzlu olduğu için tuzu keşfetmiş. Evliya Çelebi ise tuzun Halil İbrahim tarafından keşfedildiğini, o zamandan beri bütün yaratıkların Halil İbrahim tuzunu yemeye başladıklarını yazıyor.
SOFRALIK TUZ SODYUM KLORÜR
Gerçekten yüz milyonlarca yıl önce dünyamız tümüyle tuzlu suyla kaplıydı. Dünyanın oluşum evresindeki bu dev denizin içindeki mineraller ve elementlerden ilk hücreler meydana geldi. İlk denizlerin içerdiği sodyum klorür, potasyum, magnezyum ve kalsiyum, yaşamı doğuran maddeler. Bunlar olmasaydı hücreler bölünemez, gıdalar enerjiye dönüşemezdi. Bugün sofralarımızda kullandığımız tuz ise diğer elementlerden arındırılmış, saf sodyum klorür. Olsa olsa fluor ve iyotla zenginleştiriliyor ama artık o yaşamı başlatan karışım değil. Eski Türklerin Manas destanında tuzun zenginlik anlamına geldiğini, “Yemeğinde tuzu çok; zengin bir insandır,” cümlesinden anlıyoruz. Boşuna değil bu benzetme. Tarih boyunca tuz kaynaklarına sahip olan şehirler, bölgeler diğerlerinden daha refah içinde yaşamışlar. Geçen ay Avusturya’nın tuz zengini Salzburg şehrindeydim. ‘Salz’ Almanca tuz anlamına geliyor. Şato anlamında ‘Burg’ ile birleşince ‘Tuz kalesi’ diyebileceğimiz bir adı var.
TUZ DÜKKANI
Salzburg, tuz sayesinde refaha kavuşunca, burayı korumak için güçlü bir kale yapılmış. Uzun süren refah ve zenginlik sindirilince, kültür de ortaya çıkıyor. Dolayısıyla Mozart’ın Salzburglu olması rastlantı değil. Kuşkusuz bugün bu kentin zenginliğini sürdürmesi için tuza ihtiyacı yok. Ama ilginç bir tuz dükkanıyla karşılaştım Salzburg’da. Adı Salz; dünyanın dört bir yanından getirilmiş tuzlar satılıyor. Kapıdan girdiğinizde karşınıza gelen duvar, tümüyle Himalaya tuzundan briketlerle kaplanmış, arkasından aydınlatılınca, turuncu, kahverengimsi tonlarda nefis dekoratif bir görünüm sağlamış. Aynı duvar, geçtiğimiz günlerde Nispetiye Caddesi’ndeki Günaydın Steakhouse’un üst katındaki VIP salonunda da karşıma çıktı. Görülüyor ki tuz sadece yemeklerde, gıdaların konserve edilmesinde, tedavide kullanılmıyor, pahalı dekorasyon malzemeleri arasına da girmiş.
Sabah/Ahmet Örs