Uzmanlar Türkiye’de yaklaşık 4 milyon gecekondunun bulunduğunu, İstanbul’daki yapılaşmanın yarısını ise kaçak olduğuna dikkat çekiyor
Van’da meydana gelen depremin Türkiye’deki kaçak yapılaşmayı gözler önünde sererken, Tüm Mühendisler ve Mimarlar Birliği Platformu (TMMBP) Genel Başkanı Mimar-Ekonomist Remzi Kozal, Türkiye’de yaklaşık 4 milyon gecekondunun bulunduğunu, İstanbul’daki yapılaşmanın yarısını ise kaçak olduğuna dikkat çekti.
Gecekondulaşma 2. Dünya Savaşı’ndan sonra başladı
Geleceğimizi karartan çarpık kentleşmenin gecekondu ve gecekondulaşma olduğuna hatırlatan TMMBP Genel Başkanı Mimar-Ekonomist Remzi Kozal, “Bu kabus gibi kentlerimizin üzerine çöken ve deprem hasarının yüksel olmasının başlıca nedeni olan gecekondulaşmanın artık önüne geçilmeli. Bu konuda bütün belediyelere görev düşüyor. Konut ihtiyacı olan düşük gelirli insanların buldukları boş topraklarda çok kısa bir süre içinde kendi imkanlarıyla yaptıkları derme-çatma evlere gecekondu diyoruz. Türkiye’de gecekondulaşma 1930’lu yıllarda başladı. Ama asıl 2. Dünya Savaşı’ndan sonra köyden kente göçün hızlanmasıyla yoğunluk kazandı. 1966 yılında 775 Sayılı ‘gecekondu’ adını taşıyan ilk yasa çıkartıldı, bu yasa 1980’lerdeki düzenlemelerle siyasal amaçlı bağlantı oldu ve beklenen sonuç vermedi. Türkiye’de, 1953’te kaçak yapı 80 bin civarındayken, 1960’da 240 bin, 1970’te 600 bin, 1980’de ise 850 bini buldu. Bugün bu sayının yaklaşık 4 milyon dolayında olduğunu söyleyebiliriz.
Ankara’da yüzde 70
Türkiye genelinde nüfusun yüzde 30 kadarı kaçak inşa edilmiş binalarda yaşıyor. Bu oran, Ankara’da yüzde 70, İstanbul’da 60-65, İzmir ve Adana’da yüzde 50, Samsun ve Erzurum’da yüzde 40, Bursa ve Diyarbakır’da yüzde 30 dolaylarındadır. Ancak, Güneydoğu’daki göçün direkt etkilediği Diyarbakır ve Adana’da belirtilen oranlar yukarılara doğru çekilmektedir. Türkiye’deki kaçak yapıların; yüzde 33’ü İstanbul’da, yüzde 30’u Ankara’da, yüzde 12’si İzmir’de, yüzde 5’i Adana’da, yüzde 4’ü Bursa’da, yüzde 3’ü Samsun’da bulunuyor. Bugün İstanbul’da 2.5 milyon civarında bina bulunmaktadır. Bunun yaklaşık 1.3-1.4 milyonu imara aykırı, yani kaçak binalardır” dedi.
Başlıca neden nüfus artışı
Gecekondulaşmanın başlıca nedenlerinin, kontrolsüz göç, hızlı nüfus artışı, hızlı kentleşme, planlama ve alt yapı yetersizliği, kaynak yetersizliği ile siyasetçi ve yöneticilerin yanlış yaklaşımları olduğunu ifade eden Kozal, “Gecekondulaşmanın önüne geçmek için göç, göçün kaynağındaki nedenleri ortadan kaldırılarak durdurulmalıdır. Ülke genelindeki insan hareketleri kontrol edilmeli ve göç kaynağında, yapılacak iyileştirmelere rağmen yine de göçmek durumunda olan insanlar belli bölgelere doğru planlı, programlı bir şekilde yönlendirilmelidir. Özellikle İstanbul’un, Marmara bölgesinin göç almaması için, yaşadıkları yerlerden göçen insanları durduracak kalkan şehirler oluşturulmalıdır. Göçü, başka bölgelere yönlendirmek için yeni çekim merkezleri oluşturulmalı, salkım şehirler kurulmalıdır. Kızılırmak-Fırat ekseni bir çekim merkezi, bir cazibe ekseni olarak düşünülebilir. Türkiye yaşadığı depremden ders alarak İstanbul ve Marmara bölgesinde büyük kayıplara neden olacak facialarla karşılaşmadan, bu bölgedeki insan ve ekonomik yoğunluğu yurt sathına yaymak zorundadır. Böylece doğal afetlerdeki kayıp riskini azaltmış olacaktır. Şehirlerin, gelişme bölgeleri ve hızları dikkate alınarak yapılaşmadan önce planları yapılmalı ve konut yapmak isteyen vatandaşlara sunulmalıdır. Yeterince altyapısı hazır arsalar üretilmelidir. Talebin yüksek olduğu bölgelerde toplu konut projeleri devreye sokulmalıdır. Finans kuruluşlarının konut sektörüne yatırım yapması teşvik edilerek, inşa edilen konutlara vatandaşın kira öder gibi sahip olması sağlanmalıdır. Özetlersek, planlama her zaman işin başında yer almalıdır. Memleketimizde, bu güne kadar tersi yaygın olarak yaşanmıştır. Bu, bir noktada Türkiye’yi yönetenlerin bir eksikliğidir” diye konuştu.
Planlanmayla ilgili İstanbul üzerinden örnek veren Remzi Kozal, şunları kaydetti:
“İstanbul ile ilgili bir örnek verirsek, bugün Haydarpaşa Limanı büyük ölçüde işlevini yitirmiş ve yeterli olamamaktadır. Yeni bir planlama ile Haydarpaşa Limanı’nın taşınmasını önerebiliriz. Buna bağlı olarak İstanbul’un nüfusunun 500 bin ile 1 milyon kişi kadar azalacağı hesap edilmiştir. Haydarpaşa Limanı yerine, Tekirdağ tarafına ve Karadeniz’de Kırklareli’nin İğneada ve İstanbul-Şile ile Sakarya-Karasu arasına, Ege Denizi- Saros ve Ayvalık körfezlerine yeni limanlar yapılabilir ve bunların karayolu bağlantıları yeterli hale getirilir ise, Hazar Denizi çevresindeki ülkelerden Volga ve Don nehirleri, Avrupa’daki birçok ülke ile de Tuna ve diğer nehirlerle Karadeniz’e su yolu ulaşımı sağlanmaktadır. Kirliliğinden etkilendiğimiz bu nehirler vasıtasıyla Karadeniz’de önerilen limanlarla hem daha çok ticaret yapmalı, hem de ulaşım imkanlarından yararlanmalıyız. Ege’den gelecek yüklerde bölge limanlarına yönlendirildiğinde, İstanbul boğazlarının yoğunluğu azaltılırken, bir taraftan da limanlanan yükler daha kısa mesafelerde taşınarak yerine ulaştırılmış olacaktır. Bu yapılanma, kara ulaşımı için de belli ölçülerde rahatlama sağlayacaktır. Kara yollarındaki yükü daha da azaltmak ve potansiyelimizden yararlanmak üzere bir taraftan da, dünyanın çok gerisinde kaldığımız nehir ulaşımının başlatılması için yatırımlar planlanmalıdır. İstanbul dahilinde yer alan ve 100 kişiden daha çok insanın çalıştığı endüstri işletmelerini önerilen limanların yakın çevresine ve yeni cazibe merkezlerine taşıdığımızda, İstanbul’un nüfusunun otomatik olarak 3-4 milyon kişi kadar azalacağı hesaplanmıştır.
Böylece İstanbul’daki yığılma, dolayısıyla da gecekondulaşma kalkacaktır. Ancak yeni yerleşim bölgelerini çarpık yapılaşmaya imkan vermeyecek şekilde planlamak ve bu planları uygulamak zorundayız. Gecekondulaşma bir diğer bakış açısıyla da, çoğunlukta ekonomik nedenlerle göçüp gelen insanların ürettikleri bir tür çözüm olarak görülebilir. Ancak, günümüz şehirciliğinde bu olguyu devam ettirmek mümkün değildir. Bugün için, artık süratle şehirlerimizi dönüşüm projeleri ile yenilemeliyiz. Mutlaka ve mutlaka planlı şehirleşmenin önü açılmalı ve şehirlerimiz insanlarımızın rahatça yaşayabileceği şekilde konuşlandırılmalıdır. Depremlere karşı güvenli bir şekilde yaşamak istiyorsak, başka çaremiz de yoktur.”
Sabah