Sulukule bir zamanlar İstanbul’un en gözde eğlence merkeziydi. Sokakları klarnet ve darbuka sesleriyle inleyen tarihi semtteki Roman nüfus bir kentsel dönüşüm projesiyle sürüldü. Bölgeye dozerler girdi, Sulukule’nin yeni sakinleri için lüks konutlar yükselmeye başladı.
Nazar boncuğu gibi bir tek ev kaldı eski Sulukule’den: Tarihi eser olduğu için yıkılamayan yüz yıllık Pembe Ev. Belediyenin kira desteği vaadiyle binadan çıkarmak istediği ama “Annem ve babam gibi bu evde ölmek istiyorum” diyen üç çocuk annesi Sezer Tanınmış ile şanlı Sulukule direnişini konuştuk
Fatih belediye ve TOKİ işbirliğiyle kentsel dönüşüm projesi yürütülen Sulukule’de inşaat alanı yüksek saclarla çevrili, kilitli kapısından sadece Pembe Evin sahibi Sezer Tanınmış girebiliyor. Yüzlerce binanın yıkılmasına rağmen Sulukule’de pembe evin hala ayakta durmasının bir nedeni var. Burası 2. derece tarihi eser tescilli. Üstelik belediye bünyesindeki Koruma Uygulama ve Denetim Bürosu (KUDEB) tarafından iki yıl önce restore edilmiş. Restorasyonun bedeli Sezer Tanınmış’ın babadan kalma emekli maaşından kesiliyor. Sezer Hanım’la Sulukule Gönüllüler Derneği’nde buluştuk. Kesintiye uğrayan baba maaşı yetmediği için atölyede başörtüsü paketliyordu.
GİRMEK DE YASAK ÇEKİM YAPMAK DA
Özel güvenlik görevlileri inşaatın üstünde kuş uçurtmuyor. Semt sakini olarak sadece Sezer Hanım’ın üç çocuğuyla girebildiği inşaat bölgesine gazeteci sokulmuyor. Yanıbaşında yükselen tarihi surların üzerinden çekim yapmak istiyoruz, güvenlikçiler peşimize düşüyor. Tanınmış Ailesi’nin oğlu Samet (17), kızları Sevim (20) ve Selenay (8) ile birlikte yaşadığı, küçük kızının en sevdiği renk olduğu için şeker pembesine boyattığı evini ve inşaat alanının ortasındaki yaşamlarını soruyoruz Sezer Hanım’a, anlatıyor…
DİRENİŞİN BEDELİ AÇIK CEZAEVİ
Bir tek ben kaldım buralarda. Evimiz iki buçuk katlı, oturduğumuz üst katta üç, alt katta üç, yarım katta bir odası var. Babam kunduracıydı, dokuz sene evvel vefat etti. Annem de dört sene önce proje başladığında komşularının evlerinin yıkımına tanık olarak yine bu evde vefat etti. Yüz yıldan fazla tarihi var evimizin. Ana-baba ocağındayım ben. Osmanlı tapusu elimizde. Ben de annem ve babam gibi bu evde ölmek istiyorum. İnşaata, gürültüye alıştık artık. Ama hapis hayatı yaşıyoruz. Açık cezaevi gibi burası. Çıkış kapısının anahtarı var, inşaatta çalışanlarla birlikte bir tek ben ve çocuklarım girip çıkabiliyoruz buraya.
RİSK ALANI, BİNADAN ÇIKIN!
İki hafta önce belediyeden çağırdılar. Mustafa Çiftçi bana 600 lira kira desteği önerdi evimden çıkmam için. Kabul etmedim. Bana gerekçe olarak da, “Risk alanındasınız. Çoluğun çocuğun zarar görür” dedi. Beş yıldır risk alanında değiliz de şimdi mi risk alanındayız? Oraya gökten zembille inmedik. İnşaatlar bitmek üzere, pencereler takılıyor, neyin riskindeyiz? Benim kiraya çıkacak kudretim yok. Adam sanki kendi cebinden veriyormuş gibi bir imaj yaratıyor. Ben burayı terk etmek istemiyorum. Hiçbir şeye imza atmadım; atmam da.
EN ÇOK ANNEMİN ÇİÇEKLERİNE ÜZÜLDÜM
Birkaç gün önce müştemilatları yıktılar. Çirkin alan dediler, ben KUDEB (Koruma Uygulama ve Denetim Büroları) ile anlaşmam olduğunu, onların yıkabileceğini söyledim ama dinlemediler yıktılar. Bu yapılar eskiden Sulukule aleminin yapıldığı yerlerdi. Annem yıllarca belediyeye vergi ödedi. O zaman kaçak değildi de şimdi mi kaçak? Eşyalarımız zarar gördü yıkım sırasında. Bir de neye üzüldüm biliyor musunuz; anneciğimden kalma çiçeklerime. Onlara canım gibi bakardım. Mis gibi kokarlardı, öbek öbekti.
BELEDİYECİ OĞLUMA KELEPÇE VURDU
Belediyeden bir görevli, oğlumu ters kelepçe yapıp sandalyeye oturttu. Basın yanımızda olsaydı keşke… Oğlum sağda solda beş liraya, 10 liraya çalışıyor, şimdi işsiz. Benim çocuğum kelepçeyi hak ediyor muydu? Evini savunduğu için mi terörist durumuna düşürüldü? Küçük kızım abisini öyle görünce görevlinin üstüne atladı; “Anneannemin evini neden yıkıyorsunuz” diye bağırarak. Ben benden gittim o an. Bizim arkamızda dayımız olsaydı, ensesi kalın, belediye böyle yapar mıydı? “Bahçene iki metre gireceğiz” dediler. Bana ait yere nasıl girerler? Bir karış sokmam toprağıma. Savcılığa başvurduk, idare mahkemesinde dava açtık. Tek başıma direniyorum.
AİHM’E KADAR GİDECEĞİM!
Başbakanımız ‘Roman Açılımı’ yapıyor. Bu açılım gerçekse, Başbakanımız benim bu halimi görsün. Biz kimseyi dışlamıyoruz; kimse de bizi dışlamasın. Buraya gelenler güle güle otursunlar ama bize de kimse karışmasın. Komşularımın çoğu Taşoluk’a gitti, oooh püfür püfür… Güzel mi yani? Evler güzelmiş ama çalışma olanağı yok. Bütün arkadaşlarım gitti. Evimin başına bir şey gelecek diye korkuyorum. Onun için dışarı da pek çıkmıyorum, arada atölyeye gelip iş yapıyorum geçimim için. Nereye kadar varacaksa varacak. İnsan hakları mahkemesine kadar gideceğim.
Ali DAĞLAR/Hürriyet