Yazarınız, ahalideki betonlaşma arzusunun sosyolojik köklerini araştırırken bulduğu sonuçları okuruyla paylaşıyor.. Kendisi de kıdemli bir kiracı olduğundan, ev sahibi olamamış bu insan türünün ortak özelliklerini didikliyor.. Bari ders alsa!
Bizim ahalinin “ortamı betonlaştırma” hevesi on binlerce müteahhidi doyurdu, ihya etti..
Eh, ahalinin kısm-ı umumisi bu sayede ev sahibi oldu.. Kiradan kurtuldu..
“Kiracılık” deyip geçmeyin.. 1960’lı, 70’li yılları, 80’lerin başlarını yaşamayanlar “kiracılık” denen şeyin nasıl bir belâ olduğunu bilemez..
1960’lar neyse de 1970’li yıllar bunun tepe noktasıdır..
Bir yandan enflasyon azıttı, bir yandan döviz sıfırlandı.. Anarşi, terör, darbeler şu bu derken bir baktık ki bizim şanlı cumhuriyetin Türk Lirası’nın Osmanlı’nın harb-i umumideki “kayme”sinden farkı kalmamış..
***
Bir sabah kalkıyorsun gazete iki buçuk lira.. Öbür sabah olmuş on lira..
Ayar tutturmak mümkün değil.. Bir memur arkadaşım vardı.. Memur sandığında birikmiş bin iki yüz elli lirasını çekmiş.. Bana ye yapayım, diye sordu..
Memur çocuğuyuz.. Refleksimiz belli..
Anladığımdan değil, maaşa talim eden ailede büyümenin refleksiyle “altın al..” dedim.. Tavsiyemi pek çekici bulmadı, almadı sersem..
O gün Cumhuriyet Ata yüz kırk liraydı..
Ertesi sabah bir baktık ki devalüasyon olmuş, Cumhuriyet Ata’nın tanesi bin iki yüz lira..
Fırsatı kaçıran arkadaşım o saatten sonra bana “finansman dehası” muamelesi yapmaya başladı..
DEHA ÇARESİZ
Deha olmasına dehaydım ama kendimi ev sahibinden kurtaracak bir cevvaliyet gösteremiyordum..
Dairelerimiz karşı karşıyaydı.. Ev sahibim olan ileri yaştaki kadın, benim gibi finans dâhicisi genç kiracısına iki ayda bir zam yapıp duruyordu..
Aylık beş yüz liraya anlaşıp, girdiğim dairenin kirası bir sene içinde “Dört bin lira” olmuştu ve kadın durmuyordu..
Apartmana hava karardıktan sonra giriyordum.. Sanki kendi dairemi soyacakmışım gibi parmak uçlarıma basa basa merdivenleri çıkıyordum..
Bir sessizlik ki eğitimini alsan dahası olmaz..
Yine de tam kendi kapımı açacağım sırada karşı dairenin kapısı açılıyor, ev sahibi önüne çıkıyordu..
Kadında ısıya duyarlı sonar vardı sanki.. Atlatmak mümkün değil..
Ondan sonrası mı? Kapı önünde o ev sahibi ben kiracı olarak bir eyyam memleketin ekonomik gidişatını tartışıyorduk..
Türkiye’nin maliyesi kendini dışarıdan gelecek borç paraya göre ayarlamıştı.. Benim ev sahibi de bana endekslenmişti..
Petrol arttı, sorumlusu kiracı..
Döviz fırladı, sorumlusu kiracı..
Türk Lirası şahlanmış zaptedilmiyor, sorumlusu kiracı.. Çözümü de kiraya zam.. Resmen travma yaşıyordum ve kendi kendime kaldığımda “Mutlaka kiradan kurtulacağım..” diye ahdediyordum.. Hırs yapıyordum..
Kendisi de yıllarca kirada oturan ve halime acıyıp “Bari kiradan kurtulsun..” diye düşünen babamın, anamın altınlarını da satarak denkleştirip gönderdiği “daire parasını” o hırsla altı ayda yedim..
***
Tek sorumlu ben değilim.. O yıllarda dertlerimiz yetmiyormuş gibi başımıza bir de “şöbiyet tatlısı” belası çıkmıştı.. Katlanmış bohça görünümünde, baklava irisi bir tatlı..
Ev sahibi baskısından nasıl etkilenmişsem şöbiyete dadandım.. Dolmuş parasından tasarruf için Kızılay’dan Kavaklıdere’ye yürüyerek gidiyordum..
Yürüyüş yolum üzerindeki yedi pastaneye ayrı ayrı uğrayıp bir porsiyon şöbiyet yiyordum..
Böyle böyle, mütevazı bir daire parasını şöbiyet porsiyonları olarak yedik bitirdik.. Kiradan kurtulamadık ama bizim altmış kiloluk vücut, yüz küsur kiloluk bir gövdeye dönüştü..
Hiç değilse heybet kazandık..
YETİŞ BANKER
Banker Kastelli’nin imdada yetişmesi o günlerin işidir..
Millet enflasyondan bunalmışken bir “bankerlik dalgası” çıktı..
O güne kadar bankalar paraya yıllık yüzde altı faiz veriyor, milletin birikimini sömürüyordu.. Bankerler çarkı tersine çevirdi..
Yüzde yetmişli faizleri gördük..
Kiradan zor bela kurtulup, emeklilik ikramiyesi ile bir daire sahibi olmuş memur vatandaşlar bu olayın birinciye gelen meraklısıydı..
Zor bela edindikleri daireleri bir çırpıda satmaya başladılar.. Parasını alan doğru bankere koşuyordu..
İki yüz bin lira mı yatırdın? Banker sana faiz olarak ayda on bin lira veriyordu..
Yarısıyla git istediğin evi tut, öbür yarısıyla da safa yap..
O bankerli günler, evlerini satıp kiraya verenlerin; satmaya bir türlü cesaret edemeyenlere övündükleri zamanlardır..
Ev gezmelerinin bir numaralı konusu buydu.. “Azizim, sattım evi verdim bankere.. Her ayın başında on bin lira faizimi tıkır tıkır alıyorum..”
Bu laflar üzerine evini satmaya cesaret edemeyen memurun karısında kaş göz oynaması başlardı..
Açıkça dillendirilmezdi ama oynayan kaştan gözden çıkan mânâ şuydu:
“Bizim pısırıkta nerde öyle bir feraset?”
Sistemin tezeği yavaş yavaş çıkmaya başladı.. Bir iki banker battı ama Kastelli taş gibi ayaktaydı.. Moraller de..
Ne zaman ki o da kaçtı.. O gün yıkıldık.. Hem evler gitmişti elden hem paralar..
***
Ahalimizin, özellikle de memur kısmının yeniden evsizleşme sürecini başlatan bu kırılma noktasıdır..
Zaman içinde toparlandık çok şükür ama banker faciaları sonucu evsizleşme, toplumum şuur altında derin izler bırakmıştı..
Yunan işgâlinden, genimize işleyen göçebe geleneklerimizden, başka belalardan daha büyük izler..
Üstelik ev sahipleri daha da zaptedilmez olmuştu..
Kendimizi ellili yıllardan sonra ikinci kez “betona vurmamız” bundandır.. Miladı da seksenli yılların başıdır..
O saatten sonra çevreydi, yeşildi, doğal hayattı; ne söylendiyse bir kulağımızdan girip diğerinden çıktı..
Bunları kafaya katanların daha “tripleks ev” belasından haberi yoktu ki o fasla da sonra gireceğiz..
Kıssadan hisse: Damı yıktık çok şükür, dam küremekten kurtulduk..
Selahattin DUMAN/Vatan