Hıncal Uluç, Sabah Gazetesi’ndeki bugünkü yazısında ” Mimarlar neden dik durur! ” başlıklı yazıyı kaleme aldı….
DOĞAN Hasol usta “İnsanları mutlu edecek türden yaşanabilir çevreler yaratma mesleği ve sanatı ‘Mimarlık’ çok keyifli, fakat o kadar da zor ve ciddi bir iştir..” peşreviyle giriyor Mimarlar Dik Durur adlı yeni kitabına. Baştan sona Güngör Kabakçıoğlu’nun naif karikatürleriyle bezenmiş kitapta “İş ciddidir ama işi yapanlar yaşamdan zevk almayı ve yakın çevresine keyif vermeyi bilirler” ana teması ustanın yaşanmışlıklarından derlediği anekdotlar eşliğinde aktarılıyor. Hasol, yaratmak için yaşamayı seven ünlü mimarların esprilerini kısa öyküler halinde sıralamış ortaya bir solukta okunan, okuyanı mimarlık tarihimizin mihenk taşlarının yaşamlarından kesitler veren bir kitap çıkmış. Aralarından kimilerini seçtim sizin için;
Toplumsal olaylar karşısında her daim duyarlı dikilen mimarların “Dik durmaları” aslını ararsanız fazla kazık yemelerindenmiş. Hani Hıncal ağabey her lafın başı “Kadın, kumar ve mimar” der. Mimar eli değen işlerin pahalı olacağına inananlarsa “Para kadınla, kumarda ya da mimarla yenir” diye düşünürler ya…
Yanıt Le Corbusier’den geliyor” Proje yalnızca mimarı için pahalıdır”. Malum ünlü alaylı mimar (akademik tahsili yoktur) hayatta ki ilk mesleki kazığını 1948’de İzmir’de yemiştir. İzmir için üç yıl çalışarak yeşili bol ve kentsel alanları çok güzel değerlendiren bir plan hazırlamış ve fakat projesi “proje alanlarının uygun olmayışı ve finansman sorunları” gerekçeleriyle rafa kaldırılmıştı. Bugünkü Mustafa Kemal Sahil Bulvarı’nı yıllarca önce çizmiş ama parasını alamamıştı üstad.
Le Corbusier çizimleri kadar, belki daha da fazla meslek yazılarıyla Dünya Mimarlığının esin kaynağı olagelmiş, “Modular” el kitabı olmuştur. Doğan Hasol da, ellerine sağlık, YEM Yayınları ve internet portalıyla benzeri bir mimarlık bilgilendirme ve ilgilendirme uğraşı içerisindedir yıllardır.
Kitaptaki tarihi anılar arasında turalarken mimar olmayanların da hoşlanacağına inandığım durum komikliklerine rastlıyor, doktorların hataları toprak altında kalırken yapıtları her daim gözler önünde olduğundan eleştiriye açık kalan mimarlık mesleğinin yıllara yayılmış çilesine tanık oluyor, trajik halimize gülümsüyoruz.
Bakın mesela; zamanın Nafıa Vekili (Bayındırlık Bakanı), İstiklal Mahkemeleri’nin üç Ali’sinden biri nam-ı diğer “Kel Ali” Ali Çetinkaya Bakanlığın proje bürosunu teftiş ediyor. Sıcaktan şikâyet ederek rica minnet kendisine aldırttıkları buzdolabından su ikram ediyorlar. Serinleyen bakan buzdolabının markasını merak edince sıkıntı başlıyor. Markası “Kelvinatör” dolabın. Astığı astık kestiği kestik Çetinkaya’nın yüzüne markayı söyleyecek halleri yok ya… Uyanık bir genç mimar “Efendim Vinator” diyerek atılıyor. Bakan “Hiç böyle bir marka duymadım” diye homurdanınca uzun bir sessizlikten sonra ekleyiveriyor “Efendim başında ‘Kel’i de var”.
Mimar üstadlarımızın anılarıyla yadedildikleri kitap Hasol’un şirin, tadımlık “Ülkenin birinde (!) Mimarlık ve Şehircilik Sözlüğü” ile sonlanıyor.
Sabah/Hıncal Uluç