Sanat tarihinin eski mimari örneklerinde cama rastlayamayız. Mısır, Mezopotamya, erken Anadolu, İnka, Aztek, Pers ve Uzakdoğu gibi devleşen mimari örnekleri bunu doğrular.
Bunun nedeni camın bulunuşunun mimari kadar eski olmayışındandır. Ayrıca cam buluşundan da mimariye geçiş sanıldığı kadar hızlı olmamıştır. Aradaki zaman farkına, camın pahalı oluşu ve mimaride kullanılacak teknik yapıya erişememiş olmasını neden olarak gösterebiliriz.
Cam ile mimari arasındaki ilişki pek eski olmamakla birlikte yine bu ilişki fantastik olarak başlamıştır. Öyleki bir taş kafese doldurulan veya yerleştirilen cam parçaları mimariye önemli bir katkı da sağlayamadığı gibi yine önemli bir mimari elemanı olmaktan uzak kalmıştır.
Bu uzaklık tabii ki camın ihtiyaç maddesi olarak mimariye sokulmasından sonra giderilmiştir. Şöyle ki, bir pencereden ışık elde edilirken dış etkenlere karşı camın ışık geçiren bir tampon vazifesi görmesi ve bunun sonraları estetik bir düzene yönetilmesiyle yani vitrayın türemesiyle başlar, hız kazanır ve gelişir.
Ne var ki bu devirlerde cam yine lüks bir mimari elemanı olarak görünmektedir. Cam ancak pek şanslı sayabileceğimiz nadir yapılarda kullanılıyordu. Yani yaygın değildi. Bunun sebebi cam yapma tekniğinin belli kişiler arasında meslek sırrı olarak kalmasından, dolayısıyla tekniğinin hızlı bir gelişim sağlayamamasından ileri geliyordu.
Yakın yüzyıllara kadar mimaride cam belirli boşluklara (pencere kapı v.b.) yerleştiriliyordu. Mimariye bir biçim vermekten uzaktı. Dış mimariden daha çok iç mimaride baskındı.
Bilhassa ortaçağda ve sonraları mimaride camın görevi dini konuları tasvir eden, anlatan vs tanıtan ışıklı duvar resimleri oluşuydu. Daha yaklaşık bir deyimle dini konuların ışık yardımıyla mimari elemanlarda gösterilmesini sağlamasıydı.
Camın yaygın olarak mimariye katılışı, mimaride kullanılışı birkaç yüzyılı aşmaz. İlle de mimariye biçim verişi ve mimaride taş, tuğla gibi ve onlardan daha önde bir malzeme gibi kullanılışı çok daha yakın yıllara rastlar.
Artık bugün cam en önde gelen yapı malzemesi olmuştur. Bu nedenle mimariye biçim verebildiği gibi herhangi bir mimaride en ağır basan malzeme olmaktadır. Camın mimaride kullanılışı çeşitli yerlerde, çeşitli anlam ve fonksiyonlara dayanır. Bunları kısaca sınıflayalım:
# Kaplama malzemesi olarak; gerek iç gerekse dış ortamlarda, tavanlarda ve döşemede harç v.b. malzeme ile yapıştırarak.
# Bölme, ayırma veya kapatma malzemesi olarak; Çelik. alüminyum, bakır, kurşun gibi madeni, ahşap, beton veya alçı qibi çeşitli malzemelerden yapılmış konstrüksiyon önderliğinde. Saydam, yan saydam veya saydam olmayacak şekilde ve bir-iki mm. den cam tuğla kalınlığına kadar kapı ve pencerelerde, dış fasatlarda, kaplamada, mimaride iç hacim sağlama nedeniyle bölme duvarlarında paravan ve benzeri kısmî ayırmalarda.
# Dekoratif yani süsleme elemanı olarak: Saydam, yarı saydam veya saydam olmayacak şekillerde: Pencere, kapı ve bölmelerde iç, dış duvar, tavan ve zeminlerde kullanılmıştır.
Bizi ilgilendiren resimciliğin, cam resimciliğinin bir sanatıdır. Bu her şeyden önce bir duvar sanatı, bir pencereleme sanatı, bir camın verebileceği renkli ve renksiz ışık sanatıdır.
Mimari bakımdan olanakları duvarla açık yüzeyler arasında çeşitli değişiklikler skalasından meydana gelmektedir. Mimarinin ayrılmaz, kopmaz bir parçasıdır. Muvaffakiyetini mimari ile olan uyuşumu sağlar.
Yerini ve ortamını bulamayan bir cam düşünülemez. Yapılacak işlem ancak ve ancak belirli bir yere göre olmasıdır. 12. ve 13. yüzyıl camlarının başarısı acaba nerede dersek, şüphesiz mimari düzenin camlar için elverişli oluşunda bulacağız.
Galerie des Arts`da Theo Kerg “Geçirgen renkli müzik betonu ` diye adlandırdığı ışıklı duvarından söz ederken şöyle demektedir.
“Negatif elemanlarda camlar yerlerini dışarı dönük boşluklarını içeri doğru alan betona bırakıyor. Oraya Styropor konarak akustik ayarlanabiliyor. Böylece bugün mimaride cam duvar olmanın yanı sıra bir akustik, bir ses ışık duvarı olabilmektedir.
Kaynak: vitray.com.tr