Emek Sineması, Tarlabaşı, Mecidiyeköy Likör Fabrikası, AKM… Ne zaman haklarında bir tartışma yürüse görüşüne başvurulan bir numaralı isim, mimar Prof. Dr. Mete Tapan
25 yıllık koruma kurulu tecrübesi olan Mete Tapan’la ayrılış nedenini, kararlarını, İstanbul’un hali pür melalini konuştuk.
Koruma kurulundan neden ayrıldınız?
Ayrılışımın yüzde 90 nedeni derdimi anlatamamak. 25 senedir bu işin içindeyim. Bu işlerde en önemlisi, insanların ekiplerini kurabilmeleri. Ama bizde ekip kurmak çok zordur. Özellikle de devlet kadrolarında. Çalışma ortamını değiştirmek, bunun için de yasayı değiştirmek lazım.
Nasıl bir değişiklikten söz ediyorsunuz?
Siz beni alıyorsunuz, hoca diye getiriyorsunuz. Bir kere her hoca bu işten anlamaz. Ben de ilk 1987’de Koruma Kurulu’na tayin edildiğimde tecrübem yoktu. Ama hiç değilse bu konuda çalışmalarım vardı. Kurul üyelerinin nitelikleri çok önemli. Türkiye’de 35 koruma kurulu var ama o kadar uzman yok. Bu durumda koruma kurulları saygı gören kurumlar olmaktan uzaklaşıyor.
“Emek Sineması’ndan başkası sorumlu, yanındaki Ağa Camii’nden ben. Olur mu böyle şey?”
Ayrılma nedeniniz bu mu?
Bir miktar evet. Çok üzüldüğüm meseleler var. Biri, 5226 sayılı yasayla yenileme alanları çıktı. Şurası Beyoğlu; Ağa Camii var, biraz ilersinde de Emek Sineması. Emek’e Yenileme Kurulu karar veriyor, Ağa Camii’ne Koruma Kurulu. Böyle bir şey nasıl olabilir?
Yenileme kurullarının oluşturulmasıyla bypass edildiğinizi düşündünüz mü?
Düşündüm. Bu yasanın çıkışında sözde İçişleri Bakanlığı’nın talebi var. Öyle gözüküyor. Bu değişikliği hâlâ kabul edemiyorum. Güya bizim kriterlerimize göre karar vermeleri gerekiyor. Bizde bir projenin geçmesi dört-beş ay sürer, herhalde burada daha çabuk sonuç alınır diye düşündüler.
Yenileme kurullarının kararlarına bakınca kötü niyet arıyor musunuz?
Ben kötü niyet kelimesini kullanmam; çünkü kişiyi nasıl bilirsiniz, kendiniz gibi. Kötü niyet vardır dediğiniz anda ispat etmeniz gerekir. Eğer aynı konu hakkında Yenileme Kurulu başka, Koruma Kurulu başka karar verebiliyorsa o zaman sistemde bir bozukluk vardır. Tabii isteyen başka türlü yorumlayabilir. Zaten karar verme süreci yoruma açık; kriterler yoruma açık.
Nasıl?
Mesela koruma ilke kararlarından biri “Restorasyon projesi yapının kontr ve gabarisinde olur” diyor. Ki bunun imkanı yok, biz kat ilaveleri ya da ek binalar veriyoruz. Bu maddeden sonra gelen bir madde var; o da “Her müdahale biçimine kurulumuz kendisi karar verir” diyor. Ne demek bu? Hem yapamazsın hem sen karar ver.
“Beyoğlu’nda bir yılda yapılması gereken imar planı 19 yılda yapıldı”
Herhangi bir kültür varlığı söz konusu olduğunda gözler size dönüyor. Koruma kurulunun kararlarının yaptırım gücü ne?
Her türlü kamu kuruluşu ve kişiler bizim kararlarımıza uymak zorundadır. Koruma kurullarının cumhurbaşkanından daha büyük yetkisi var desem şaşırırsınız.
Tabii şaşırırım…
Ama doğru. Düşünün burada bir imar planı var ve ben “Burası sit alanıdır” dediğim vakit o plan iptal edilir. Korkunç bir yetkidir bu, bilen bilir! Mesela 19 sene boyunca Beyoğlu’nda imar planı yapılmadı.
Neden?
1993’te, ben İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde genel sekreter yardımcısıydım. Beyoğlu’nun ve Tarihi Yarımada’nın sit alanı olmasını biz istedik. Yasa diyor ki, sit alanı ilan ettikten sonra bir yıl içinde koruma amaçlı imar planı yapacaksınız. O yapılana kadar da geçici yapılaşma koşullarıyla çalışırsınız. Bütün yetkiyi koruma kuruluna verir bu sürede.
Beyoğlu’nda ne oldu?
İmar planı yapılmadığı için 1993-2011 arasında geçici yapılaşma koşullarıyla çalışıldı. 19 sene boyunca Beyoğlu için koruma kurulu karar verdi. Kimse de hayır diyemedi. İşte Türkiye’nin gerçeği bu.
“İmzaladığıma pişmanım. Ama benden evvel plan yapılmış, karar çıkmıştı”
Altına imza atmaktan pişman olduğunuz kararlar var mı?
Var. O kadar da fazla değil ama var. Bir gün Gündüz Vassaf’a dedim ki, “Benim aldığım kararların yüzde 80’i yanlıştır”,“E niye yaptın o zaman?” dedi. Çünkü her şey yanlış başlamış, işlerin yarısı bitmiş, sen karar verirken de “Ben en az yanlışı nasıl yapabilirim?” diye veriyorsun. Mesela BJK Plaza… Pişmanım. Ama benden evvel plan yapılmış, karar çıkmış. Elim kırılsın dediklerimden biridir o.
Topçu Kışlası’nı planda tescil ettiğiniz için de ağır eleştiri aldınız. Pişman mısınız?
Bizim Topçu Kışlası’nı tescil etmemiz ihya etmek demek değil ki. Galata’da Menderes operasyonu sırasında kaldırılmış bir cami var, onu da tescil etmiştik. Bir de not düştük: “İhya edilmesi düşünülen binaların hiçbiri illa ihya olacaktır diye anlaşılmasın.” Zaten orası yeşil alan olmuş. Yeşil alanı 3194 sayılı imar kanununa göre kaldıramazsın.
“Gezi Parkı’nı kaldırmak yasaya aykırı, tartışmalar beyhude”
Gezi Parkı için de bu geçerli mi?
Tabii ki. Bütün bu tartışmalar beyhude. İkincisi, bu binanın rekonstrüksiyonu için belge ve bulgunun yeterli ölçüde olması lazım.
Var mı?
Yok. Var diyorlar ama önümüzde hiçbir belge gelmedi. Ayrıca ben Taksim’in bir meydan olduğuna inanmıyorum. Hasbelkader oluşmuş bir alan. Bizim mimarimizde meydan kavramı yoktur. Hani selatin cami, selatin cami diyorlar ya; avlu vardır, insanlar orada cuma namazında toplanırlar. Yoksa Osmanlı’da öyle gidelim meydanda toplanalım imkanı mı var? Sultanahmet Meydanı da Bizans’tan kalma at meydanı olduğu için var. Bizim şehircilik anlayışımızda batıdaki gibi bir meydan kavramı yok.
“Kuruldan ayrıldım ama içim rahat değil, olumlu bir yaklaşım olursa geri dönerim””
Peki kışlayı tescil ederek bir gün oraya yeniden inşa edilmesinin yolunu açtığınızı düşünmüyor musunuz?
Hayır düşünmüyorum. Bizim tescilimiz yalnızca “Burada bu bina vardı” demek, hepsi bu. İstedikleri kadar eleştirsinler bizleri. Bir şeyler korunmuşsa bu sayede. Çünkü bu halk, Ayasofya’nın yanına gökdelen dikerdi. Hala da dikebilir. Bir zamanlar yükselti olarak minareler vardı, neden şimdi gökdelen olmasın diyen üniversite hocaları biliyorum.
Peki şimdi koruma kurulundan ayrıldınız. İçiniz rahat mı?
Hayır değil. Eğer devlet politikası açısından olumlu bir yaklaşım olursa geri dönerim.
“Likör fabrikası arazisindeki gökdelenlerin üzerini bizzat çizdim”
Mecidiyeköy’deki Likör Fabrikası sizin itirazınıza rağmen yıkıldı. Nasıl oldu bu?
Üzüldüğüm şeylerden biri de bu. Geçen Ağustos’ta 648 sayılı bir kararname çıktı. Kültür ve tabiat varlıklarını ayırdılar; iki farklı kurul oldu. Artık Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na bağlı.
İtiraz etmediniz mi?
Ben kavga etmekten yana değilim. Mahkemeye gidelim, oraya gidelim, buraya gidelim. Hayır. En önemli unsur diyalog. Diyalogu sağlarsanız her şeyi çözersiniz. Tabii bir de iyi niyet olacak.
Likör Fabrikası’nı nasıl etkiledi bu yeni kararname?
Bize Likör Fabrikası’nın projesi geldiğinde, fabrikanın yanına yapılması planlanan gökdelenlerin üzerini çizdim. Eski binanın da altına otopark yapıyorlardı, onun da üzerini çizdim. Biz restorasyon projesini kabul ettik, yıkılıp yapılmasını değil. Ama yeni kararname diyor ki, bir parselde hem eski eser hem de tescilli anıt varsa o zaman son kararı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na bağlı Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu verir.
Size rağmen bir kültür mirasının yıkılmasının sizdeki karşılığı “Bırakıp gideyim” mi oldu?
Bu, nedenlerden bir tanesi. Etkinliğimi kaybettiğimi gördüm. Bizim itiraz ettiğimiz gökdelenler o kurulda bir iki hafta içinde kabul edildi. Halbuki yasa bu durumda komisyon kurulmasını işaret ediyor. Bize bir yazı geldi, “Son karar bize aittir” dediler. Hepsi bu.
Durumun oldu bittiye geldiğini düşündüğünüz oldu mu?
Düşünsem ne olur düşünmesem ne olur. Oldu bitti tabii. Tamam; bu bina çok ellenmiş; betonarme yapıdan başka bir şey kalmamış. Buna rağmen biz kültürel varlık olarak tescil ettik. İtiraz ettiğim için diyorlar ki “Siz gökdelene karşı mısınız?” Gökdelen yapılır elbette. Ama doğru yerde… Benim iş yerim Levent’te, evim Gayrettepe’de. Her gün işten eve bir saat yirmi dakikada gidiyorum. Eğer iki kilometrelik yolu bu sürede gidebiliyorsam düşünmemiz gereken başka konular var.
Milliyet