Birinci sınıfın başlarında Tüyap Yapı Fuarı’nı ziyaret etmiştim. Nedendir bilmiyorum, daha öncede ziyaretçi olarak katılmama rağmen bu gidişim beni farklı bir âleme götürmüş, farklı bir güç kazandırmıştı. Kendi kendime şunu sordum; “Neden bende bu fuarda projelerimi sergilemeyeyim? Bir eksiğim mi var?” diye. Devamlı bu konuyla meşgul oluyor, sürekli düşünüyordum. Peki, ama nasıl bir proje olmalıydı bu. “Bir akımdan mı etkilenmeliydim yoksa unutulmuş ve etki altında kalınmış bir akımı yeniden mi canlandırmalıydım?” gibi birçok soruyla baş başa kaldım.
Fuara katılma konusundaki düşüncemi herkesten önce Bölüm Başkan Yardımcısı Yrd. Doç. Dr. Rabia Köse Doğan hocamla paylaştım ve cesur bir dille “Hocam, ben Tüyap Yapı Fuarı’na katılmak istiyorum.” dedim. Açıkçası bunları sorarken tedirgindim. Tepkiden çekinmiyordum desem yalan olur. Birinci sınıf olmamı dahi düşünmeden büyük bir rahatlıkla şu sihirli sözcükleri söyledi; “Yapabileceğine inanıyorum, bu güç hepinizde var. Sonuna kadar destekliyorum.” İstediğim cevabı almıştım. Odadan çıkarken omzumda büyük bir yük hissetmiştim. Sonra düşününce; “Bu bir yük değil şeref olabilir ancak.” dedim kendi kendime. O anki heyecanımla; “Gözlerimin ışıltısıyla gökyüzüne baksam, âlemi aydınlatırım.” diye düşünüyordum.
Hocamdan aldığım destek benim için bir başlangıç olmuştu. Heyecandan içim içime sığmadığından o günün gecesi uyumamıştım. Devamlı eskizler yapıyor, bilgisayarda çiziyor çiziyor çiziyordum. Ulaşacağım rahmeti düşündükçe zahmet benim için oyuncak haline gelmişti. Uykuyla ilgili sorunum yoktu. Gecenin olmasını, uykusuz kalmanın verdiği azmi ve tadı hep arzulamaya başladım, bundan keyif alıyordum. Birinci sınıfı bitirmiş, yaz dönemine girmiştim. Bunun verdiği rahatlıkla daha çok çalıştım ve yaptığım çalışmalarda epeyce yol aldım. Artık yere daha sağlam basıyor, kendimi mutlu ve güvende hissediyordum.
2’inci sınıfa başladığımızda artık farklı bir heyecan ve telaş vardı hepimizde. Ben ayrıca fuarın yaklaşan zamanının tedirginliğini yaşıyordum. Bu arada derslerime çalışıyor, fuar projesini geliştiriyor, ailemle ilgileniyor ve bir de inşaat şirketinde çalışıyordum. Çok yorulduğum zamanlarda pes edeceğimi düşünmekten kendimi alamıyordum. Böyle anlarda kendi kendime şunu söyledim durdum; “Sen vazgeçemezsin! Vazgeçmek, savaş meydanından kaçmak veya mağlup olmak ile eştir. Mağlubiyet ise zayıfların işidir.” Böyle telkinlerle kendi psikolojimi kendim düzeltiyordum. Bunu yapa yapa adeta bir PDR uzmanı (!) olmuştum. Bunları anlatarak nasıl bir başlangıç dönemi yaşadığımı paylaşmak istedim.
Şu anın büyüsü çok daha güzel. Birazda bundan bahsetmekte yarar görüyorum. Fuardaki amacım, bağımsız argümanları bir araya getirerek farklı bir tarz ve ambiyans oluşturmaktı. Beyinde gelişen tarzı oluşturmak ve tasarlamak sadece kâğıda aktarmak değil, hayatı da tasarlamaktır. Konuya farklı boyutlardan baktığım için, bunun bir ekip çalışması olması düşüncesi bende gün geçtikçe büyüdü. Arkadaşlarıma projemi anlatıp, tekliflerde bulundum. Amacım, bu projeyi sadece iç mimarlık ve çevre tasarım bölümünün güdümünde tutmayıp güzel sanatların diğer bölümleriyle entegre bir yapı haline getirerek kombine çalıştırmaktı. Bana cazip gelen bu düşünceyi güzel sanatların diğer bölümleriyle entegre hale dönüştürdük. Artık ‘biz’ olduk, büyüdük ve genişledik. Ekibimizdeki; iç mimar, çevre tasarımcısı, ressam ve seramik sanatçısı arkadaşlarla keyifle ve paylaşarak çalışıyor, azim ve inatla mücadele etmeye devam ediyoruz. Her şeyden önce bunun Türkiye’de bir ilk olduğunu, böyle bir öğrenci grubunun fuarda ilk defa yer almasından ve yeni birkaç akımı gündeme getirmesinden daha çok bir öğrenci projesi olduğunu hatırlatmak isterim.
Ekip olarak 3 farklı proje üzerinde çalışıyoruz. Şimdi sırasıyla fuarda sergileyeceğimiz bu projelerden söz edeceğim. İlki 18 katlı “akıllı konut” projesi, ikincisi saat kulesi, üçüncüsü ise üst geçit. Bu projeleri farklı ve özel kılan, mevcut olanların dışında bir kimliklerinin olması ve mesaj niteliği taşımasıdır. 19. yy.dan sonra kapitalizmin dünyadaki etkisiyle birlikte yapılar, yapılabilirlik özellikleri ve düşük maliyet nedeniyle anlamlarını ve kimliklerini kaybetmişlerdir. Bunun önemini en iyi şekilde ifade eden örneklerden birisi Dubai’deki Burj El Arap Oteli’dir. İngiliz mimarın ülkesine döndüğünde; “Müslümanların ortasına bir haç diktim.” şeklindeki acı söylemi, konunun özünü oluşturmaktadır. Kimlik ve kişilik kazandırmamak, erinmek duygusunun ötesine geçmemeli. Para kazanma hırsının ve müşterilerin buna yönlendirilmemelerinin bunda büyük bir etkisi olduğunu düşünüyorum. Geçmişimizle ilgili konulardan esinlenmenin geleceğimiz için bir tarihi eser ve anlam değil, bir taş kütle olduğunu hatırlatmak biz gençlerin görevi olabilir.
Tasarımı bana ait olan “akıllı konut” projesini; iç mekânlar, dış mekânlar ve felsefe olarak nitelendirebiliriz. 18 kattan oluşan dairesel formlu binanın her katında 4 daire bulunuyor ve odaların tamamı güneş görüyor. Binanın 5’inci katında bahçe yer alıyor. Çatı katı tepeden bakıldığında Selçuklu yıldızı görünümünde olup, tepeden yere kadar kolonlar uzanmaktadır. Akıllı konut olması nedeniyle standartların dışında birkaç farklı sistem geliştirilmiştir. Her şeyden önemlisi, konutun felsefi bir anlam ifade etmesidir. Tepeden bakıldığında, dairesel formlu bina dünyayı ifade etmektedir. Selçuklu yıldızı, Selçukluların dünya üzerindeki siyasi ve kültürel hâkimiyetlerini anlatmakta, Selçuklu yıldızından aşağıya kadar uzanan ayaklar ise bunun hala devam ettiğini ve bu kültürün empozesinde kalan bir dünyanın etkilendiğini betimlemektedir.
Konutun 18 kat olması Mevlana’nın ilk 18 beytine işaret eder. Unutmamalı ki ilk 18 beyt, Mevlana’yı ve yazmış olduğu eserleri özetler bir niteliğe sahiptir. 18 sayısının Mevlevilikte de ayrı bir yeri ve önemi vardır. 5’inci katta bulunan bahçe katı ise Merâtib-i Sülûk’tan (Sülûk’un mertebeleri) 5’inci mertebeyi ifade eder. Amerika’da uzun yıllar Mevlevilik, Muhyiddin İbn-i Arabi, Hacı Bektaşi Veli ve Yunus Emre ile ilgili eğitim ve konferans veren hocam Sayın Şerif Çatalkaya, 5’inci mertebenin; Allah’ın rahmet denizinin açık olduğu, cennet kapılarının aralandığı, Allah aşkı için çile çekilen bir kat olduğu, cennet bahçelerinin ve yeşilliğin ifadesi olduğunu belirtmiştir. Kemalattaki 5’inci menzil olan nefsi radiye (Allah’ın rızasını bulma), Allah’ın insanlara sunduğu bütün nimetleri ve başta cenneti tasvir etmektedir. Bunların kıymetini bildikleri zaman Allah’ın nimet ve cenneti insanlar içindir. Buradan yola çıkılarak kata bir anlam ve kimlik yüklenmiştir.
Selçuklu yıldızından aşağıya kadar uzanan 4 kolonun üzerinde güneş panelleri bulunuyor. Güneş panellerinin amacı elektrik üreterek depolamak, kesinti anında binaya elektrik takviyesi yapmaktır. Burada yüklenen anlam ise; Güneşten gelen yani rahmandan alınan ışığın gücü kesildiğinde, dünyanın sonu geldiğinde rahmetiyle yeniden can vererek âlemi ve dünyayı aydınlatması gibi elektrik enerjisinin konuta yeniden güç vermesidir. Allah’ın insanları düştükleri karanlıktan aydınlığa ulaştırması anlatılmıştır. Maide suresinin 16’ncı ayetinde Allah insanlara şöyle buyurmuştur; ”Allah, onunla rızası peşinde olanları selâmet yollarına iletir ve onları izniyle, karanlıklardan aydınlığa çıkarıp kendilerini dosdoğru bir yola iletir.” İbrahim suresi 33’üncü ayette ise Allah; “O, âdetleri üzere hareket eden güneşi ve ayı sizin hizmetinize sunan, geceyi ve gündüzü sizin emrinize verendir.” buyurmuştur. İlmiyle, İslam ve tasavvuf aşkıyla resulün izinden ayrılmayan, dünyaya örnek olan Mevlana’nın 18 beyitli düsturu ve gücü ile dünyaya ders veren, fetihler yapan Selçukluların hâkimiyeti, konutta; İslam’ı, gücü ve tasavvufu birlikte anlatarak bir kimlik oluşturulmaya çalışılmıştır.
2’inci projemiz “saat kulesi”, Rönesans ve diğer etkilerin ışığından sıyrılarak doğal ve kullanış bakımından ele alınmıştır. Projesini Meltem Kaval’ın yürüttüğü saat kulesi, 18 metre yüksekliğinde, 3,5 metre enindedir. Geriden bakıldığında Mevlevi’yi tasvir eder bir mimariye sahiptir. Hem çağdaş mimarinin izlerini taşımakta hem de bir anıt olma özelliği göstermektedir. Saat kulesinin içinde katlar ve merdivenler yer almakta ve her kat sanat galerisi niteliği taşımaktadır. Farklı mimarisiyle ilgi çekici, kullanım amacı yönüyle ilk olan projelerdendir. Yalın ve kütlesel mimarinin dışında kaplama tekniğiyle ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. Saate bir anlam yüklenilmeye çalışılmış ve de başarılı bir sonuç vermiştir. Hz. Mevlana Şems’i gördüğünde onda Allah’ın ışığını bulmuş ve kalben Allah aşkıyla birbirlerine bağlanmışlardır. Birbirlerinin sohbetinden muhabbetinden hiç sıkılmamışlardır. Şems’in muhabbetleri Mevlana’yı farklı bir evrene taşımaktadır. Bu durumu yanlış algılayan ve başka taraflara çeken halk yüzünden, Şems Mevlana’nın yanından ayrılır. Bu ayrılık Mevlana’yı derinden yaralar ve üzer. Şems’e bir mektup göndererek dönmesini rica eder. Şems; “Efendimizin söylemesi bile yeterlidir.” diyerek döner. Eğlenceler tertip edilir, herkes çok mutludur. Fakat bu fazla uzun sürmez. Şems, Sultan Veled’e gideceğini, kimsenin onu bulamayacağını söyler. Şems’in kaybolmasıyla ilgili faklı düşünceler vardır. Mevlana dostunun uzaklaşmasına dayanamaz ve her yerde onu arar. Kim “Onu gördük.” dese, “Her şeyim feda olsun sana. Nerede?” diye sorar. Aramaları sonuçsuz kalır ve bulamaz, ama aralarındaki Allah aşkı onları öteki dünyada inşallah birleştirecektir. Çünkü onların Allah aşkları tamdır ve yorumsuz doğrudur. Saat merkezinde durmadan dönen bir Mevlevi soyutlanmıştır. Akrep Mevlana, yelkovan ise Şems olarak stilize edilecektir. Mevlana hep peşinden gidecek, fakat Şems hep bir adım ondan daha uzakta olacaktır. Bir oldukları, Allah’ın aşkının temsil olarak tam ifade edildiği saatler, gündüzün 12’si ile gecenin 12’sidir. Bu saatlerde tam ve dik bir şekilde bir araya gelirler. Allah’ın varlığı ve birliği gibi tam ve yorumsuz şekilde.
Son projemiz ise “üst geçit” projesidir. Naciye Birekul tarafından tasarlanan proje, örneklerinden oldukça farklı bir yapıya sahiptir. Çelik ve beton bir bloğun dışında, sanatsal bakış açısı ve farklı vizyonuyla dikkat çeker. Mevcut mimarinin dışına çıkılarak soyut nesneler kullanılmış, bunun bu şekilde de yapılabileceğini, geleceğe bırakılacak mimari yapıların anlamlarıyla yaşayabileceğini anlatan bir tarz kullanılmıştır. Soyutlanan nesnenin bir lale figürü olması, proje bütünlüğü açısından Mevlana’yı ve Konya’yı anlatan bir hale dönüşmesine neden olmuştur. Uzun soluklu ve eğimi düşük olan rampası, yanlardan yukarıya doğru eğimli merdivenleri, soyutlanmış ve çelik askılarla bağlanmış lale figürleri, bu üst geçidi diğerlerinden ayırt edici bir özellik olarak karşımıza çıkmıştır.
Lale tasavvufta şu şekilde tasvir edilir;
Aşkımdan pürsafâyımdır sanırsın belki bu demler…
Aşkın neşvesi olmaz
Lâle; Eğlâl
Leylî; Leylâ olmadan Ey güzel…
Gerçek lalelerin hepsinde renkli 6 yaprak bulunur. Buradaki 6 yaprak; imanın altı nurunun libasına bürünen dervişin iman ve ihsan potasında erimesinin bir simgesidir. Lalenin renkli yapraklarının yukarıya doğru olması da tıpkı bir dervişin dua edişindeki edayı andırır. Zira derviş bu hal ile sırât-ı müstakîm üzere olmayı murâd etmiş ve ifrat-tefrit noktalarını törpüleyerek hakikate, yani istikamete ermiştir. Lalenin tasavvuf ve Mesnevi’deki anlam ve ifası geniştir. Diğer bir taraftan lale yaradanı hatırlatır. Onu unutturmaz.
Elimden geldiği kadar 3 projeden de bahsetmeye çalıştım. Mimaride kaybolmuşluğu ve unutulmuşluk noktasının hayatı nasıl etkilediğini anlatmaya gayret ettik. Yaptığımız projelerle gönderme yapmaya ve bunları yeniden yaşatma kararlılığında olduğumuzu hatırlatmaya çalışıyoruz. Bu projelere destek veren ve sponsor olan şahısları ve kurumları teker teker yazmaya kalksam inanın sayfalar yetmez. Onlar, gençlerin bir hedef doğrultusunda ilerlemesine destek veren kahramanlardır. Toplumda sanata ve üretene değer veren insanların olması, bizleri hem gururlandırmakta hem de duygulandırmaktadır. Ama ekip arkadaşlarımı yazmadan, onları tanıtmadan geçemeyeceğim.
İç Mimar ve Çevre Tasarımcıları: Abdülhamid Kayapınar, Meltem Kaval, Naciye Birekul, Şakir Uçar, Merve Çevik,
Seramik Sanatçıları: Fuat Kaymaz, Ahmet Şahin, Hulusi Büte
Ressamlar: AlparslanTekin, Çiğdem Ercanlıoğlu
Bizi gelişime ve öğrenime açık bir fert yapmak için mücadele eden, bunun için yoğun gayret sarf eden ve desteklerini esirgemeyen sayın hocalarım;
Yrd. Doç. Dr. Bahattin Küçük
Yrd. Doç. Dr. İlham Enveroğlu
Yrd. Doç.Dr. Rabia Köse Doğan
Yrd. Doç. Dr. Ahmet Dalkıran
Dr. Lütfü Hidayetoğlu
Öğr. Gör. İbrahim Çoban
Öğr. Gör. Kazım Küçükköroğlu
Öğr. Gör. Kübra Müezzinoğlu Kaymaz’a
teşekkürlerimi ve şükranlarımı sunarım.