Ülkemizde binlerce insanı ilgilendiren Kentsel Dönüşüm Projeleri, tüm hızıyla devam ediyor. Belediyelerin kilit rol oynadığı bu dev çalışma, kamuoyu tarafından sadece bina yıkılıp yenisini yapmak gibi algılanıyor…
Kentsel Dönüşüm Projesi’ne yönelik hukuki süreç geçtiğimiz aylarda çıkarılan kanunla kolaylaştırıldı. Bu düzenleme şehirlerimizin kanayan yarası durumundaki mahalle ve semtlerin hızlı bir şekilde restorasyonunu sağlayacak.
Özel teşebbüsün de desteğiyle devam ettirilen ‘Kentsel Dönüşüm Projesi’ maalesef tam manasıyla uygulanamıyor. Zira kamuoyunda bu proje sadece bina yıkmak ve yenilerini yapmak olarak algılanıyor. Halbuki altyapı, yollar, geçitler, köprü, rekreasyon alanlı ve tüm işleyişiyle bir bütün olan Kentsel Dönüşüm Projesi bu algıdan dolayı akim kalıyor. Hatırlanacağı üzere geçtiğimiz ay Samsun’da yaşanan sel felaketi sonucunda Toplu Konut İdaresi’nin yeni yaptığı konutlar sel sularına teslim oldu. Dere yatağına yapılan modern görünümlü binalar çamur deryasına dönüştü ve sel sularında 11 vatandaşımız hayatını kaybetti.
Bu konuda II. Dünya Savaşı’nın ardından harabeye dönen Avrupa kentleri ve tsunami felaketiyle haritadan silinen Japon şehirlerinden alınacak büyük dersler var.
Bugün dünyada mimari, altyapı ve şehircilik denince söz sahibi olan bu ülkeler hakkında bilgi edindik. Buralarda mimar, inşaat mühendisi ve şehir planlaması uzmanı vatandaşlarımızdan dinlediğimiz alternatif çözüm yolları, ülkemizdeki Kentsel Dönüşüm Projesi sürecine alternatifler sunuyor.
Uzmanlar, bir kentin dönüştürülmesi ve iyileştirilmesinde yapılacak ilk hamlenin mutlaka altyapıya yönelik olması gerekliliğinde hemfikir. Kalitesiz altyapı ve iyi planlanmamış projeler, ileride can kayıpları da dahil olmak üzere büyük bedeller ödenmesine neden olabiliyor. Bu tür aksaklıkların giderilebilmesi için kentlerimize uzun vadeli, sağlam altyapıların kazandırılması gerekiyor.
Afet yönetiminin ilk dersi tedbir almak
Japonya’da inşaat mühendisliği alanında araştırmalarda bulunmuş Yrd. Doç. Ceyhun Özçelik şu açıklamaları yapıyor: “Afet yönetiminin birinci dersi, afetlerden sonra yürütülecek birtakım çalışmalar değildir, afet öncesi alınacak tedbirler ve hazırlıkların, afet sırasında uygulanacak esasların ve afet sonrası yapılacak her türlü çalışmaların bütünüdür.” Bu tanım, yalnızca afetle doğrudan veya dolaylı olarak ilgili kamu kurumlarını değil, belediyeleri, eğitim kurumlarını, üniversiteleri, sivil toplum kuruluşlarını, kısacası toplumun tüm kesimini içeren bir eylem planını gerektiriyor. Bunların tamamını Japonya gibi bir deprem ülkesinde görmemiz mümkün.”
İngiltere’de ise şehirlerin ömrünü yüzyıllık ‘Master Plan’lar belirliyor. Yıllar içerisinde değişen sosyo-kültürel ve demografik normları göz önünde bulundurarak oluşturulan kentler için olası problemlere karşı çok önceden çözümler üretiliyor. Paris’in bugün bile konuşulan altyapısı ve yeraltı ulaşımının temelleri 19. yüzyılda geçirdiği geniş restorasyon çalışması var. Bu projelerin uzun yıllar aksaklık gösterilmeden sürdürülmesinde farklı hükümetlere rağmen aynı politika üzerinde mutabık kalınması.
***
‘Şimdi yapalım, gerekirse yine kazarız’
Yeni çıkan yönetmelikle müteahhitlerin otoparklar için ayıracakları alan, kat veya parsel oranına göre sabitlendi. Yönetmeliği uygun olmayan projeler ruhsat alamıyor. Fakat alınan tüm bu tedbirlere rağmen bazı suistimaller yaşanılıyor. Daireleri daha geniş tutmak isteyen proje sahipleri otoparkı çok dar tutuyor. Araç sahipleri ise park yerleri olmasına karşın giriş çıkışların kolay olmadığını bahane ederek arabalarını kaldırıma park ediyor. Yayalar ise mecburen şoseden yürümek zorunda kalıyor. Batı’da bu durum arabalar için cadde kenarında özel ayrılan park çizgileri ile çözülüyor. Ücretli park alanları, yakında bulunan parkmetre cihazından alınan bilet ile kullanılabiliyor. Saatini aşmış araçların sahipleri ise derhal para cezasıyla cezalandırılıyor.
Bununla beraber, cadde kenarındaki otoparklardan ücret alınması tüm dünyada yaygın bir uygulama. Büyük şehirlerde daha önceden görülen değnekçiler artık olmasa da yol kenarındaki otoparklar trafiğin sıhhatine katkıda bulunmuyor. Belediyenin park fişi uygulaması da trafiğe çözüm olmadı. İşyeri sahiplerinin sandalye gibi eşyaları yol kenarına koyması da çözülemeyen bir diğer trafik sorunu. Bu konuda belediye birimleri, mahalle arasında yapıya açılmamış arazileri düzenleyerek buraları otopark alanına çevirebilir. Bu şekilde sokaklardaki araba trafiği bir nebze olsun azaltılabilir.
Ülkemiz yerel idarecilerinin büyük bir vizyon değişikliğine ihtiyacı var. ‘Şimdi yapalım, sonra yine kazarız’ anlayışı hiçbir soruna kalıcı çözüm olamadı. Bu konuda yollar ve kanalizasyon sistemini iyi oturtmak çok önemli. Zira fizibilitesi ince hesaplarla yapılmış, dayanıklı yol ve kanalizasyonlar şehir hayatını düzene sokarken, gerekli önem verilmeden kısa sürede bitirilen projeler ne yazık ki ölümlere sebebiyet verebiliyor.
Üst geçitler 3.Sınıf, Alt geçitler ise 1.lig kentlerin tercihi
Zürih kenti bu konuda trafiği rahatsız etmeyecek yöntemler uyguluyor. Proje sahipleri 100 yıllık kanalizasyon ve su şebekesini, yolları bozmadan ve trafiği aksatmadan bir nevi tünel açarak (Rohrvortrieb) boru sistemiyle hallediyor.
Kaldırımlar ve üst geçitler ‘günü kurtarma alışkanlığının’ en büyük örneği. Düşük maliyetinden dolayı tercih edilen beton taşlar, kaldırımların kısa sürede deforme olmasına sebebiyet verebiliyor. Üst geçitler ise damperi açılan kamyonların saçtığı dehşet ile devamlı bir tehlike altında. İstanbul Şirinevler’de yaşanan üst geçit krizi ve insan trafiği ise nasıl bir fizibilite çalışması yapıldığını ortaya koyuyor. Mimar Tamer Kızılağaç geçitlerle alakalı olarak şu yorumlarda bulunuyor: “Denebilir ki üst geçitler 3. dünya ülkelerinin, alt geçitler ise 1. lig kentlerin tercihi. Hiçbir estetik unsur gözetilmeksizin bir metal veya beton yığınından başka bir his uyandırmayan üst geçit çözümünün doğru bir hizmetmiş gibi sunulması bir facia.”
Öte yandan, geçtiğimiz aylarda Samsun’da yaşanan sel felaketiyle gördük ki, yeni projelerin fizibilite çalışması hakkı verilerek yapılmıyor. Kısa süreli yağmurun ardından sele teslim olan kentler akıllarda büyük soru işaretleri bırakıyor. Bu meslenin halli için İsviçre’de yaşayan mimar Ergin Telli şu önerileri sunuyor: “Yağmur suyunun ilk etapta bulunduğu yerden direkt toprağa verilmesini sağlamak gerekiyor. Bunun için yerleşim bölgelerinin betonlaşması değil yeşillendirilmesi önemli. Şehir içerisindeki akarsu yatağının beton ile kaplanması su akışını hızlandırır ve zarara yol açar. Derelerin düz değil mümkün mertebe doğal bir şekilde akıtılması, suyun yavaşlamasını sağlayacak ve bu da balık gibi canlıların bu sularda yaşamasına imkan verecektir.”
Çöpler medeniyet göstergesi
Dar sokakların aralarındaki çöp konteynerleri, sokak hayvanları tarafından karıştırılarak her türlü mikrobik hastalığın yayılmasına davetiye çıkarıyor. Ülkemiz belediyeleri bu konuda da istenilen ilerlemeyi kaydedebilmiş değil.
Bu konuda Batılı ülkelerde sistematik hale gelen uygulamalar aslında ülkemizde de hayata geçirilebilir. İsviçre’de her binanın çöp konteynerleri için özel yapılan barakalar bulunuyor. Bunlardan geri dönüşüm olabilecekler, ‘vatandaşlar tarafından’ ayrıştırılırken, diğer atıklar özel poşetlere konuyor. Belediye tarafından satılan bu özel poşetler, normal poşetlerden dayanıklı. Üzerinde çöp vergisi etiketiyle satılıyor ve insanları fuzuli çöp çıkarmaktan sakındırıyor. Belediye görevlileri bu poşetler haricinde çöp toplamıyor.
***
Kral III. Louis Paris’i yıktırıp yeniden yaptırdı
Fransa Kralı III. Louis sanayi devriminden sonra Londra’yı ziyaret eder. Buralardaki yapılardan oldukça etkilenen Kral, aynısını Paris’te de görmek ister. Paris o zamanlar dar sokakları ve kirli görünümüyle çok farklıdır. Seine valisi George Eugène Haussemann’ın yönetiminde yeni yol, bulvar, yeşil alan, yeraltı ulaşımı ve kanalizasyonlar yapılır. Özellikle şehrin merkezinde gerçekleşen çalışmalarda bina sahiplerinin taşınmazları istimlak edilerek eski yapılaşmalar birer birer yıkılır. Selef kralların da aynı proje üzerine devam etmesiyle, bugün hayranlıkla izlediğimiz geniş bulvarlar, yol ve altyapılar ortaya çıkar.
Şartnameler yetersiz
İngiltere’de yaşayan ve ülkemizde çeşitli projelere iştirak eden mimar Tamer Kızılağaç, Ada’da her yapı öncesi yetkili kurumların müteahhitlerden bilirkişi raporu talep ettiğini ifade ediyor. İşlerinde gayri ciddi durumlara kesinlikle prim bırakmayan bu kurumlar, halkın bedel ödemesine göz açtırmıyor. Kızılağaç, Türk ve İngiliz standartlarını karşılaştırırken şartnamelerin kapsayıcı bir tavırla yazılmasının önemini vurguluyor. Ülkemizde yaşanan yapı çarpıklığının en büyük sorumlusu elbette şehir planlama teşkilatı. Zira ilgili tüm kayıtlar ve bina denetleme yetkisine bu kurumun elinde.
Müteahhit olmak taksi şoförlüğü yapmaktan kolay
Tüm İnş. Müteahhitleri Başkanı Tahir Tellioğlu, belediyelerdeki rant sistemine dikkat çekerek bunların ne yazık ki yaşandığını belirtiyor. Türkiye’de kayıtlı yaklaşık 300 bin müteahhidin bulunduğunu söyleyen Tellioğlu, “Bu sayı tüm Avrupa’da 25 bini geçmiyor.” Ülkemizdeki müteahhitlerin çoğu yetkisiz. Bunların denetimini sağlayacak bir meslek odamız bile yok. Türkiye’de müteahhit olmak taksi şoförlüğü yapmaktan kolay.” diyor.
Yerel yöneticiler yurtdışında turist gibi geziyor
Tamer Kızılağaç/ mimar Londra: Çeşitli vesilelerle yabancı ülkelere giden yerel yöneticilerimin ziyareti ne yazık ki turistik amaçlarla sınırlı kalıyor. Aslında buraya gelen bürokrat ve yerel yöneticilerimiz toplantılarını bir an önce bitirip sokaklarda kısa süreli bir turun ardından alış-verişe koşuyor. Burada icra edilen yatırım ve uygulamalara hayran hayran bakıp, ‘bizde bunların olması zor gibi’ bir yaklaşım içine girebiliyorlar. Hatta çok şaşıracaksınız, Londra’nın şehirciliğini küçümseyenler bile olmuyor değil.”
Hollanda, devlet-özel teşebbüs ortaklığı projelerle inşa edildi
Arif Kafa/Mimar, Hollanda: Hollanda’da, Kentsel Dönüşüm Projesi gibi kapsamlı, büyük projelerde devlet ve özel sektör bir araya gelerek projeyi ortak bir şekilde geliştiriyor. ‘Public Private Partnership’. Sonuç olarak projeye ortak olan özel firmalar (müteahhitler ve mühendislik/danışmanlık/mimarlık) projeye daha çok sahipleniyor ve yenilikçi çalışıyorlar. Bunun sonucunda tasarım, kullanım ve finans açısından iyi bir proje gerçekleştiriliyor. Hollanda, bu konuda Avrupa Birliği ülkeleri içerisinde İngiltere’den sonra ikinci durumda.
Altyapıdaki çok başlılık sıkıntı
Soner Olcayto/yüksek mimar, Avustralya: Ülkemizde cadde ve sokaklar adeta yazboz tahtası gibi. Kablolar ve şebekeler çok sağlam bir teknolojiyle yapılmıyor. İzolasyon sistemi efektif değil. Cadde ortasından asla kablolu veya diğer şebekeler geçirilmemeli. Yaya geçitlerinin altyapılarından istifade edilmeli. Caddelerden geçişler ise tünel sistemiyle yapılmalı. Yani caddenin üstüne dokunmadan alttan ve yandan delmek suretiyle yapılmalı. Ayrıca bu çalışmalar; insanların ve trafiğin en aza indiği saatlerde gerçekleştirilmeli. Bir de altyapı çalışmaları bir çatı atında toplanmalı. Sanırım Türkiye’deki en önemli sıkıntı bu noktadan başlıyor. Yani, gaz idaresi ayrı, kanalizasyon ayrı, telefon, elektrik idareleri farklı kuruluşlara ait.
Projeler sahaya inilmeden çiziliyor!
Yrd. Doç. Dr. Ceyhun Özçelik/Muğla Üni. İnşaat Fakültesi Öğr. Üyesi: Toplum ve çevre etkileşimi düşünülmeden ve ofisten çıkmadan yapılan tasarımlar sonucu, görüntü kirliliğine yol açan, fonksiyonel olmayan yapılar ortaya çıkıyor. Bunların en büyük örneklerinden biri geçitler. Aşılamayacak kadar yüksek veya kamyonların geçemeyeceği kadar alçak, çok nadir kullanılan veya engellilere uygun olmayan geçitler ortaya çıkmaktadır. Halbuki gelişmiş ülkelerde alt geçitler tercih ediliyor. Bu yapılar, çoğu aydınlatılmış, güvenlik kameralarıyla kontrol edilen, duvar malzemesi ve işçiliği kaliteli, içinde tuvaleti, satış büfeleri olan yaşayan yapılar.
Zaman/Erkam Emre