Avrupa’da örneklerine çok sık rastladığımız müze-evler, ne yazık ki bizde tutmayan bir gelenek. Artık dünyada olmayan en sevdiğiniz yazarın evini ziyaret edip daktilosunu, müsveddelerini, durmuş saatini görmez istemez miydiniz?
Geçen salı, Türk edebiyatının en büyük isimlerinden Ahmet Hamdi Tanpınar’ın 50’nci ölüm yıldönümüydü. Benim de hayatımda büyük ağırlığı olan Hamdi Bey’i, Aşiyan Mezarlığı’ndaki kabri başında anarken, bir kez daha aynı şeyi düşündüm. Bilirsiniz; Aşiyan Mezarlığı bir ‘edebiyatçılar mahallesi’ gibidir. Özellikle cumhuriyet ve sonrası dönemde yaşamış yazarlar, buradaki nüfusun çoğunluğunu oluştururlar. Giriş kapısının solunda yatan Ahmet Hamdi Tanpınar; iki önünde uyuyan hocası Yahya Kemal, bir belediye çukuruna düşerek öldüğü için her hatırladığımda talihsizliğine iç geçirdiğim Orhan Veli, 43 yaşında meme kanserine yenilen Tezer Özlü… Hepsi çocuklar gibi sıra sıra uzanırlar Aşiyan’da. Aralarından Orhan Veli’nin kabri, hem Abidin Dino tasarımı mezar taşıyla hem de hüzünlü hikayesiyle diğerlerinden biraz farklıdır. 36 yıllık hayatında hep kafiyeye karşı çıkan Veli’nin mezar taşı, maalesef yine kafiyeli bir satıra ev sahipliği yapar: “Orhan Veli, 1914-1950”…
Ne yazık ki bu değerli insanları hissedebileceğimiz tek yer, mezarlıklar. Keşke geride kalan bir evleri ve o evlerde bizim ziyaretimizi bekleyen daktiloları, müsveddeleri, durmuş saatleri olsaydı… Berlin’in Doğu yakasındaki Bertolt Brecht’in evi gibi, Londra’daki Virginia Woolf’un evi gibi; bizim yazarlarımızın da gezebileceğimiz, varlıklarını hissedebileceğimiz müze-evleri yapılsaydı. Brecht’in 4 bin kitaplık kütüphanesi, el yazısı notları, klavyesi, hatta baş ucundaki son okuduğu gazete bile müze-evinde sergileniyor. Londra’daki Virginia Woolf’un evi keza; kitaplığı, şöminesi, ısıtıcısı, aynası, halısı, her şeyi yerli yerinde, ziyarete açık. İngiltere’ye sadece Woolf’un izini sürmek için gidenlere özel bir tur programı bile hazırlamışlar.
Bizde elbette böyle bir şey yok. Dünya çapında bir yazarımız olmadığından değil, pekala var; daha çok böyle bir müze-ev geleneğimiz olmadığından… İstanbul’da gezilebilecek az sayıdaki yazar evlerinin bazıları bakımsızlıktan yıkılmak üzere, bazıları yıllardır tadillatta olduğundan kapalı, bazılarıysa şehirdeki konumu itibarıyla diğerlerinden daha şanslı. Sayalım: Hüseyin Rahmi Gürpınar (Heybeliada), Sait Faik Abasıyanık (Burgazada), Orhan Kemal (Cihangir), Reşat Nuri Güntekin (Büyükada) ve Tevfik Fikret (Aşiyan).
Virginia Woolf’un Londra’daki evi, orijinal dekorasyonu ve eşyasıyla 70 yıldır yerli yerinde duruyor. otoğrafta Woolf’un yatak odasını görüyorsunuz.
Tanpınar’ın Narmanlı Han’daki odasıysa 2000 yılında bu şekilde görüntülenebilmişti. Kapılar bugün kapalı. Hanın içinde yalnızca fotokopici, noter ve bolca kedi bulunuyor.
Narmanlı, otel mi olacak?
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın bir dönem yaşadığı Tünel’deki Narmanlı Han’ın kapısında “Tanpınar burada yaşamıştır” tabelası asılı. Bilmem hiç dikkatinizi çekti mi? Bu tabelada, hem varlığı hem anlatımı itibarıyla yürek paralayıcı bir hal var. Hanı hiç görmemiş biri, “Tanpınar burada yaşamış öyle mi?” diye şaşırıp şöyle bir içeriye göz atsa, bakımsızlıktan utanır da geri kaçar. Tabela asmak kolay… Ama şu soruya mutlaka cevap verilmeli: Neden bugün Tanpınar’ın hatırasının yerinde yeller esiyor? Neden yaşadığı handa bugün bir noter ve fotokopici konaklıyor? Üstelik burada yalnızca Tanpınar değil; Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Aliye Berger’in de odaları vardı.
Narmanlı’nın yüzde 25’i, iki ay öncesine kadar Yapı Kredi Koray’ındı. 2001 yılında alıp, burayı bir sanat yurduna dönüştüreceklerini açıklamışlardı. Projeleri hayata geçirilseydi, burası şimdi sergi salonlarıyla, kitapçılarla, restoranlarla çevrili; suni bir ‘kültür sanat alanı’ olacaktı. Tanpınar’ın ve diğer sanatçıların adının yaşatılacağı bir projeden hiç bahsedilmedi. Akıllara böyle bir düşünce gelmedi bile.
İki ay önce Narmanlı’nın 27 varisi, restorasyon projesine bir türlü başlayamayan Yapı Kredi Koray’a dava açıp hisselerini geri aldı. Anlayacağınız hanın kaderi şimdi yine belirsiz. Birtakım kötü senaryolar arasında en korkunç olanı, buranın bir antik otele dönüştürüleceği yönünde…
Tanpınar’ın yaşadığı odanın müzeye çevrilmesi ve diğer odalarla beraber buranın eskisi gibi ‘yaşayan bir sanat yurdu’na dönüştürülmesi, umarım yeni projenin güzel bir parçası olur. Bina için yapılan planlar açıklanır, otel dedikodularına ve Narmanlı’nın yürek burkan haline bir son verilir… Eminim ki tüm sanatseverlerle ortak dileğimiz bu.
Milliyet/Gülüm Dağlı