İstanbul. İki kıtanın orta yerinde, kocaman inci bir gerdanlık gibi süzülen imparatorluklar kenti. Eşsiz güzelliklerin trafiğe takıldığı Megakent. Şimdiki haliyle bile sorunlar yumağı olan bu kent, 10 yıl sonra ne olacak…
Yağmurunda insanlar ölüp, akmayan trafiğinde ömürler mi geçecek? Yoksa kocaman bir dalga mı yutacak surlarını? Yeni çekim merkezleri nereleri olacak, daha fazla büyüyecek mi? İşte bütün bu merak ettiklerimizi üç mimara sorduk. Mimarlık Tarihçisi Prof. Dr. Doğan Kuban, Mimar Hakan Kıran ve Mimar Murat Tabanlıoğlu’yla İstanbul’u masaya yatırarak, akıldaki bu sorulara yanıt bulmaya çalıştık. Üç mimar, bakış açılarıyla yıllar sonraki üç İstanbul’u ortaya koydu. Yapılaşmadan, trafik çözümüne, turizmden büyümesine kadar işte üç mimarın, ilginç tespitleriyle üç İstanbul’dan bazı başlıklar…
YAPILASMA 10 YIL SONRA DA AYNI OLACAK
Çarpık kentleşme düzelmeyecek. Çünkü toplum birdenbire karakter değiştirmez. Hızlı büyüyen kentlerin planlanma şansı yoktur. Üçüncü boğaz köprüsü, kanal gibi projeler fantezi
İstanbul Prost’dan sonra planlı gelişme olduğu söylenemez. Belediyede yerli yabancı plancılar oldu. En ünlüsü Piccinato idi. Bir iki, yarım yamalak, noktasal uygulama olsa bile, kent planı ne doğru dürüst yapıldı, ne de yapılanlar uygulandı. Kentte göz önünde olan Boğaziçi öngörünüm koruma alanı bile kontrol edilemeyen uygulamalar yüzünden kalbura döndü. İstanbul’da tek korunabilen özellik Suriçi’nin Haliç siluetidir. O da Prost’dan kalma. O yüzden, İstanbul’un yapılaşması uzmanların değil politikacıların, arsa yağmacılarının, kente göçen halkın zorladığı yasal olmayan yerleşmelerin oy kaygısı ile yasalaşmasının ve belediye meclislerinin ranta dönük kararlarının uygulanmasından oluşan spontane bir şekillenmeyle oluyor. O yüzden İstanbul 10 yıl sonra da bugünkünden farklı olmayacak. Çünkü 10 yıl içinde toplum birdenbire karakter değiştirmeyecek.
AVRUPA’YLA KIYASLANMAZ
Avrupa’nın nüfusu artmıyor. Paris’in merkezi 19. yüzyıldan kalma. İstanbul Avrupa ile değil, Bangladeş, Pakistan, Çin’le karşılaştırılabilir. Kontrolsüz olmak zorunda. Dünyanın her yerinde, özellikle gelişmemiş ülkelerde, hızlı büyüyen kentlerin planlanma şansı yoktur. Nüfusu bile sayılamayan, yerleşme sınırları kontrol edilmeyen bir yerde yapılamaz. İstanbul Roma çağından bu yana 1500 yıl 400-800 bin arasında olan bir kent fakat 1950’den sonra nüfusu on beş kat, alanı yirmi kat arttı. Bu toplumun kültürü böyle bir değişmeyi kontrol edecek nitelikte değildir.
3’ÜNCÜ KÖPRÜ FANTEZİ
Kenti boğacak şey ulaşımdır. Sadece ulaşım derdi halkın yaşamını her gün daha fazla sıkıntıya sokacağı için, yine sadece oy kaygısıyla, ulaşımda biraz düzelme umudu olabilir. Boğaz Köprüsü ve kanal gibi fantaziler metroyu 20-100 km uzatmaktan çok daha önemsizdir.
DEPREM BÜYÜK FELAKET
Türkiye’nin dengesini bozacak en büyük felaket depremdir. İdarecilere hala depremden sonrasını örgütlemenin depreme karşı tedbirler almadan daha önemli olduğun anlatamadık. Kaldı ki güçlendirilecek hastane, okul gibi kamu yapılarının 10 yılda %10-15’ini gerçekleştiren bir toplumun, uygulanamayacak şeylerle vakit geçirmesi sadece halk için değil, kendi politikaları için de tehlikelidir. Ayrıca, doğal dere yataklarında ciddi mühendislik çalışmaları yapılmazsa su baskını da can kaybı da her zaman olur. 350 bin hektarlık bir kentte yeni çekim merkezleri, tuzu kuru bir yatırımcının, kişisel becerileriyle yaratılabilir. Kaosun yönünü yine kaos saptar.
MARKA SÖZÜ UTANÇ VERİCİ
Marka sözü İstanbul gibi üç imparatorluk başkenti için utanç verici bir sıfattır. İstanbul’u otomobil, ayakkabı, gömlek gibi bir mal olarak düşünen cahiller böyle değerlendirebilirler. Bu Konstantinopolis ya da İstanbul gibi dünya kültürünün simgesi olmuş bir kente bir sığır sürüsünün damgası gibi damga vurmaya yeltenmektir.
ARTIK HER YER SİSLİ HER YER NİSANTASI
Her semtte hızla yükselen AVM’ler nedeniyle her yer Şişli ve Nişantaşı’na dönüşecek. Yerin üstü ve altını ikiye ayırıp çalışılmalı
İstanbul bugün, Türkiye’nin gelişme çağındaki Paris’i,Londra’sı, New York’u.
Planlamanın da buna göre olması gerekiyor. Bugün ilk atılımlarla gördüğümüz karşılaşmalar var. Dün aklımıza gelmeyen bölgelerde, bugün yabancılar ev almaya başladı. Ofis hatta 5 yıldızlı oteller yapılmaya başlandı. Bu da gösteriyor ki, projeksiyon olmasa, yatırımcı o yatırımı yapmaz. İstanbul’la ilgili en önemli husus, kenti parçalara ayırmak. Önümüzdeki 10 yılda, yerin üstü ve altını ikiye ayırıp, çalışmaya başlanması gerekir. Çünkü, bütün dünya medeniyetlerinin -neredeyse tamamına yakınının- izlerini taşıyan, nostaljisi, tarihsel geçmişi olan, bir yeraltından bahsediyoruz. Bu yerin altı mutlaka ve mutlaka keşfedilmeli.
TRAFİK HER YERDE VAR
New York ya da Paris nereye bakarsanız bakın, dünyanın hiçbir metropolünde araç ulaşımı çözülmüş değil. Trafik sıkışıklığı her yerde var. New York’ta yürüyerek 10 dakikada gidebileceğiniz yolu bazen yarım saatte gidebilirsiniz. Ancak buralarda İstanbul’dan farklı yeraltı ve yerin üstünden toplu taşıma olarak alternatifiniz var. Özellikle tarihi yarımada ile ilgili başlatılan veya araştırılan koruma ve kullanmaya yönelik projelerin tamamlanması halinde, en önemli zenginliğimiz olan ve neredeyse dünyadaki gelişmiş tüm medeniyetlerin de kültür miraslarını barındıran yeraltı ve yerüstü tarihi mirasımızı da tüm dünyaya açmış olacağız. En önemli konu, tarihi zonu iyi kullanmak. Arkeolojik zonu da, bir an önce ortaya çıkarmak ve artık insanların gelmesi için daha İstanbul’u satmaya başlamamız lazım.
KENTİ PAZARLAMALIYIZ
Yanlış anlaşılmasın, pazarlamak için çok malzememiz var. Düne kadar gecekonduda oturulan bölgelerde, bugün rezidans ismiyle çok yüksek katlı binalar yapılıyor. Oradaki insanları, o binanın içinde oturmaya doğru ittiğiniz zaman bu bir gelişimdir. İyi yönü vardır. Ama bunun bir etap sonrasında, o yaşam doğasına uymazsa, orada sosyolojik bir problem çıkabilir. Ben bunu ara çözüm olarak görüyorum. 10 yıl sonrasında, bu insanların ‘Yüksek yapıda mutlu olamadım, alçak yapı istiyorum’ diyeceklerini düşünüyorum. Bıkmaktan değil uyumsuzluktan. Eskisi gibi tek bir çekim merkezi olmayacağına inanıyorum. Olmamalı da. Bugün Tekirdağ-Çorlu birleşiyor. Her yere genişliyoruz. Artık her bölgenin Şişlileri, Nişantaşıları olmaya başladı. Doğru olan da buydu. Tek merkezli, herkesin merkeze aktığı doğru değil. Önemli olan bu sistemi, planlı yapmak.
MARKA KONSEPTİ OLMALI
İstanbul’un bir marka konseptinin olması lazım. Bu konsept içinde, çağdaşlığın, tarihin yeri belli olması lazım. Ve İstanbul’da yaşayan, şehre gelen insanların o konsepte mutlaka uyum göstermesi gerekir. Eğer bu gelişim, insanların konseptine göre şekillenirse bu sosyal açıdan yanlış olacağı gibi, mimariyi de şehri de olumsuz etkileyecektir.
İSTANBUL ARTIK DAHA FAZLA GENİSLEMEMELİ
İstanbul’un artık genişlememesi gerekiyor. Özellikle Haliç’ten, Sarayburnu’ndan Dolmabahçe’ye kadar olan bölümün bir master planla düzenlemesi gerekli
İstanbul artık genişlememeli. Olmayan eklerle zaten bozulmuş olan kent dokusunun düzeltilmesine odaklanılması gerekir. Kentler, bir noktadan sonra, iyileştirme, fonksiyon alanlarının yer değiştirmesiyle zaten ‘içine doğru’ genişler. Var olan yapılanmanın yeniden değerlendirilmesiyle, artı değerler elde edecek, atıl alanları geri kazanacağız. Var olan, kültürün, mirasın ve kentin doğal akışının bir parçası olan sahil şeridinin, özellikle Haliç’ten, Sarayburnu’ndan Dolmabahçe’ye kadar olan bölümümün bir master planla düzenlemesi gerekli. Hamburg Hafencity’nin kıyı yerleşimi, sahil şeridi düzenlemesi olarak pozitif bir örnek olduğunu düşünüyorum.
ALTERNATİF YARATILMALI
15 milyar nüfusa sahip bir kentin toplu ulaşımda çok farklı bir düzeyde olması gerekirdi. Geleceğe yönelik yatırımlar, raylı ulaşım, Boğaz’ın ve kıyıların maksimum değerlendirildiği, deniz ulaşım ve transfer merkezleri ile farklı sistemlerin birbirine bağlanması yönünde olmalıdır. İstanbul’un kara ulaşım sorunu sadece iki kıyı bağlamakla çözülemez, alternatif yollar oluşturmanın yanı sıra karayolu ulaşımının dışında imkanlar yaratmak gereklidir. Bir önerimiz var. Güneyde Haliç’ten başlayarak Büyükdere’nin kuzeyinde Karadeniz’e bağlanması öngörülen Kağıthane Deresi, altyapı olarak bir çözüm adımı olmasının ötesinde dere yatağında olumsuz olarak gelişen yüksek yapılanmanın da önünü alarak, bölgeyi yeniden projelendirilmenin başlangıcı olacaktır. Kağıthane ile Büyükdere arasında kalan bölge, yeşil alan olarak gelişerek, topografyanın doğal eğimine uyumla teraslanarak, her biri bulunduğu araziye uygun çeşitli karma yapılarla yeniden düzenlenmelidir. Planlı bir uygulama ile bu bölge kente yeni ve çağdaş bir merkez olarak kazanılacaktır.
SANAT KENTLE BULUŞMALI
İstanbul kendi varoluş biçimiyle daha birçok kültür yapısına ve kültürel yapılanmaya açık. Son yıllarda artan özel ve vakıf galerileri, kültür merkezleri ile İstanbul’un kültür sanat alanında dünya çapında bir yer hedeflediğini görüyoruz. Bizim yenileme projesini hazırlayıp onayını aldığımız, yeniden kültür-sanat hayatına katılacağı günü beklediğimiz AKM gibi güncellenerek kazanabileceğimiz yapıların yanı sıra sanata, modaya ev sahipliği edecek yeni kültür yapısı İstanbul’un gündeminde yer almalı. Bu yapıların her biri mimari ve estetik öğeler olarak kent yaşamıyla kaynaşmalı. Ama asıl önemlisi, binaların sanatın kentle buluşmasını sağlayan ortamlar olarak işletilmeleri. Tek tek projelerle değil genel bir planlama ile kentsel bir iyileşme öngörülmeli. İyi projeler tabii ki iyi örnekler oluşturacağından niyet olarak anlamlıdır. Bir kent, liman, kamusal alanlar, ulaşım arterleri gibi unsurların öncelikli olduğu genel bir planlama ile değerlendirilmeli. Herkesin uymasının sağlandığı kurallarla 10 yılda daha yaşanır bir kent haline gelir. Bunun için işbirliği gerekli.’
Akşam/Nebahat KOÇ