Sahibinden.com Projeler Editörü Selma Şenol, İstanbul’un ilgi odağı projelerinin mimarı Murat Yılmaz ile görüştü! İstanbul’da 20 yılı yıkıp yapmak ile geçireceğiz diyen Murat Yılmaz’ın kente ve mimariye bakışını konuştu…
İstanbul’un önde gelen projelerinin altında imzası olanDome Mimarlık’ın kurucusu Murat Yılmaz, Türkiye’nin yükselen yeni mimarları arasında gösteriliyor.
Viaport Venezia, Houses&Suites, Varyap Meridian,Espadon Residence, Metropol İstanbul gibi ses getiren projeler onun eseri. Murat Yılmaz son dönemdeki eserlerini geleceğin mimarisini ve yaşam tarzını içeren projeler olarak niteliyor. İstanbul’a ilişkin öngörüleri de çarpıcı… Başarılı mimar megakent İstanbul’un önümüzdeki 20-30 yıl içinde Avrupa’nın kültür, medeniyet, politika ve finans merkezi olacağına inanıyor. İstanbul’un hem bu özellikleri hem de mimarisiyle Londra’yla yarışacağını düşünüyor…
Yapıları “cansız canlılar” olarak tanımlayan başarılı mimarın kentin dönüşümü hakkında söyledikleri de dikkat çekici. İstanbul’da önümüzdeki 20 yılı yıkıp yapmakla geçireceğiz ama sonuçta İstanbul’u Londra yapacağız diyor. O, Fikirtepe’de de mutlaka çok güzel projelerin yükseleceğine inanıyor…
Sizi hep büyük montanlı projelerde gördük.. Büyük projeler mi sizin ilginizi çekiyor?
Bize bir şey katacak, bizi hedefimize yaklaştıracak projeler hedefliyoruz ki bunlar da genellikle belli bir kalite beklentisi olan projeler. Farklı, özel bir iş ise ve bu iş bizi zorlayacaksa , projede varız diyoruz.
Günümüzün global mimari çizgisinde nasıl bir değişim var? Günümüz trendleri neler?
Günümüzde global mimariden yavaş yavaş özgün mimariye doğru bir geçiş var. Kişiye özgü tasarımlar yani tekrarı olmayan, kişiliği ve kimliği olan yapılar önümüzdeki döneme damgasını vuracak. Önümüzdeki dönemde mimaride yine giderek yükselen yapılar olacak ama bu yapılara yaşamı da koyma gayretinde olacağız. Kanyon AVM İstanbul’da ticari hayati değiştirdi, keza Viaport AVM de öyle. Açık mağazalar, cadde mağazacılığı benzer yapılanmalar… Akmerkez geldiğinde ticaret değişmişti, içimize kapanmıştık. Şimdi açılıyoruz.
Batıda son iki yıldan bu yana görülen mimari eğilimler yaşamla iç içe tarzlar. İnsanlar önceden kapalı ve güvenlikli sitelerde yaşamayı tercih ederken artık çevresi açık, yaşamın içinde yer alan projelerden yana tercihlerini kullanıyorlar. Bir kasabadaki gibi diğer insanlarla tanışmak, beraber olmak ve sosyalleşmek istiyorlar.
Ayrıca Türk mimarisi, Fransız mimarisi, Alman mimarisi… Artık bunlar kayboldu. Yeniden kazanmaya çalışıyoruz. Mimaride bugünün trendleri yeşil binalar ve şeffaf mekanlar. Finansal sebeplerden dolayı mekanlar çok küçüldü. Bu küçük mekanlarda yaşayabilmek için daha fazla ışığa ihtiyacımız var. O nedenle daha şeffaf daha az enerji harcayan yapılar trend olmaya başladı.
İstanbul’da her gün birbirinden farklı, iddialı proje açıklanıyor ama genelinde bakıldığında kentin mimarisi hangi yöne doğru gidiyor? Rakiplerinizin, meslektaşlarınızın çıkardığı işleri beğeniyor musunuz?
Ben mimar arkadaşlarımızı rakip olarak nitelendirmiyorum. Çünkü bu mesleği seçen insanlar sosyal ve insan odaklı insanlardır, zaten bu meslek başka türlü yapılamaz. Mimarlar hem kendilerine hem de topluma faydalı olma gayreti içindeler.
Önceden mimarların yükselişi farklı ilişkilere bağlıydı, şimdi ise kişisel başarıları ve vizyonlarına bağlı. Günümüzde mimar arkadaşlarımızın eserlerinde büyük bir emek ve hizmet var.
Temel konu şu: Herkes iyi ürün istiyor. 20 yıl önce bina ayakta dursun, yasal sorunlar çözülsün yeterliydi, bugün ise iyi olmak ve iyisini yapmak zorunda.
İstanbul için benim çok inandığım bir öngörüm var: Önümüzdeki 20-50 yıl içinde nasıl daha önce Avrupa’da kültür, medeniyet ve finansal güç varsa bu İstanbul’da da olacak. O zaman bu finansal güçle Avrupa’daki gibi Türkiye’de de İstanbul’da da büyük yapılar çıkacak. Daha önce bunun çıkmamasının sebebi olmaması değildi, böyle bir ortam yoktu. Gelecekte Türkiye’nin ekonomik, politik ve kültürel olarak gelişmesi bizim de ufkumuzu, beklentimizi açıyor.
Biliyorsunuz, 50 yıldır dünyanın finans ve politika merkezi Avrupa’da Londra’dır . Londra’nın mimari yapısı ve gelişimi bize biraz benziyor.
20 yılı yapıp yıkmakla geçireceğiz
İstanbul da 20-30 yıl içinde Londra olacak. Kentte kentsel dönüşümle birlikte 20 yılda günümüzdeki bütün bu çarpık yapılar düzgün yapılara dönüşecek. Kentteki yapı stokunun değişmesi gerektiği aşikar. Ama bu biraz yavaş gitti, 1999 yılından beri bunu konuşuyoruz. 10 yıl geçti ama ancak yasal süreç oluştu. Biz şu anda 20 yılı yapıp yıkmakla geçireceğiz. Bu yapıp yıkmak şehre artı değer katacak, değerinden eksiltmeyecek. Fikirtepe örneğine bakalım. Şu anda o bölgede yerelinden uluslararasına pek çok mimarin emek harcanmış projeleri var. Fikirtepe’den ne çıkarsa çıksın kötü bir şey olmayacak.
Tabii orada sorun, hakikaten bir şey çıkacak mı sorusu. Çünkü ilk başlangıçtaki heyecan kalmamış görünüyor. Henüz ortada somut bir şey de yok…
Mutlaka çıkacaktır, en son çıkan yasa bunu yapılabilir hale getirdi. Zor tabii kolay değil ama yapılmaz ise bir noktadan sonra kamu devreye girip müdahale edecek. Belki zaman kaybedilir ama orada güzel bir sonuç ortaya çıkar.
Kentsel dönüşüm Türkiye gerçeğinde elzem ama bu şekildeki bir dönüşüm İstanbul’un mimari kimliğine nasıl bir katkıda bulunacak? Siz Londra benzetmesi yaptınız ama bir yandan bu kentin geleneksel, geçmişe dönük bir çizgisi de var…
Endüstriyel devrim ve globalleşme sonrası mimari biraz tanımsızlaştı. Çin’deki bir yapı ile Londra’daki bir yapı arasında artık pek bir fark yok. Buna engel olmak mümkün değil. Bununla beraber şunu sorguluyoruz, kendi kültürünüzü, kendi geçmişinizdeki tarifleri, dokuları, çizgileri günümüzün mimarisine nasıl yansıtabiliriz. Bunu bulabilirsek o zaman belki İstanbul’un kimliğini oturtabiliriz.
İstanbul’daki binalara 1500’lerdeki sarıklı insanla, 1700’lerdeki fesihli insanı, 1920’lerdeki fötr insanla bugünkü takım elbiseli insanın bileşimini yansıtabiliriz. İnsanların dışı birbirine benziyor ama içleri öyle değil. Mimaride de öyle olmalı…
Mimar Sinan bugün yaşasa o camiyi yapmazdı
Cami tartışmaları bugünlerde çok gündemde. Zamanında Mimar Sinan, dönemini yansıtan çok farklı işler yapmış. Biz bugün aynısını kopyalıyoruz. Çünkü yeni bir şeyler üretmeye kültür veya cesaretimiz yok. Ama Mimar Sinan bugün yaşasaydı tahmin ediyorum çok iddialı bir şey yapardı, bu camiyi yapmazdı. Zaha Hadid ile yarışırdı mesela. Biz de kendi çağımızla rekabet etmeliyiz.
Her yapının kimliği olmalı, yoksa yaşamaz
Çağdaş mimarideki tıkanıklığı aşmak için kişiye özgü tasarım yapmak gerekiyor. Bir seferlik, tekrarı olmayan bir şey. Her yapının bir karakteri ve kimliği olmalı. Yeni trend bu anlayışa doğru gidiyor. Biz de kendimizi bu konuda geliştirmeye çalışıyoruz.
Kopyadan ve tekrardan uzak durmaya çalışıyoruz. Her bir yapıya farklı bir kişiliği, kimliği olan insan gibi davranmaya çalışıyoruz. Eğer bir yapının kimliği yoksa zaten baştan kaybeder. Ölü doğum gibi, yaşamasına imkan yok.
Artık kimse Gökkafes’ten rahatsız değil
İstanbul’un kimliğini tartışırken silüet tartışmalarına girmemek olmaz. Mimar kimliğinizle bu konuyu bir de siz değerlendirir misiniz? Bozulan silüetin çözümü nedir?
İstanbul siluetindeki değişikliğin beni rahatsız eden tarafı, plansız olması, önceden belli olmaması. İstanbul’un silüeti nasıl olup da 1 yılda değişiyor. Önümüzdeki 10-20 yılda bu şehir nasıl büyüyecek, yoğunluk nerde olacak, bunun planları baştan yapılmalı. Oysa şimdi plan yapılıyor, bir yılda herşey değişiyor. Silüetin içinde geçen yıl olmayan bir yapı birden ortaya çıkıyor, plansız olduğu için bu yapının çevreyle uyumu da olmuyor. Rahatsızlık veren konu bu. Yoksa geçmişte Gökkafes’te bu tartışmalar yaşandı. Ama şimdi Gökkafes kimseyi rahatsız etmiyor, alıştık. Bizim yapımızda, mimarimizde organik yapılaşma var demekki. Sadece bunun çevreye uyumlu olabilmesi için önceden öngörülebilir olması gerektiğini düşünüyorum…
Mimarlık aynı zamanda sanatla alakalı. Belki de bu nedenle çoğu mimarlar iyi ürün ortaya koymayı, sanatsal, uçuk fikirlerini hayata geçirmek olarak algılıyor ama bu da satış başarısı getirmeyebiliyor. Öyle ise iyi bir ürün nasıl ortaya çıkar?
Biz şuna tasarım felsefesi olarak şuna inanıyoruz. Hem yatırımcının hem kamunun hem mimarın hem müteahhidin istediğini karşılayan bir ürün her zaman vardır. Bunu bulmak, aramak gerekir. Yaradan tabiatta olmaz dediğimiz pek çok şeyi yanyana getirebilmiş. Öyle ise birini yapmak diğerini tercih etmemek olmamalı. Herkesin istediği yüzde 100 oranında yansımaz belki ama kiminin yüzde 85, kiminin yüzde 65 oranında ama bir şekilde sonuca herkesin isteği yansıyabilir…
Sizin Dome Mimarlık olarak çizginiz nedir? Biz bir binaya baktığımızda hangi özelliklerinden dolayı bunun sizin eseriniz olduğunu düşünürüz?
Organik bir yapı olmalı, ruhu olmalı, bir canlı formuna benzemeli yani. Espadon Residence’te olduğu gibi mesela, biz onu Kılıç Balığı formunda planladık. Çevreye zarar vermemeli, uyumlu bina olmalı. Ticari alanları olan, mutlaka hayat bulunan, yaşayan, güzele olmakla kalmayıp yaşamın keyifli bir tarzını yansıtan binalar… Biz bu 3 şeyi temel olarak yakalamaya çalışıyoruz.
Bir röportajınızda gelecek 10 yılda çok konuşulacak, ufku olan, global anlamda sizi geliştirecek projeler hazırlamak istediğinizi söylemişsiniz, kafanızda bir hazırlık var mı?
Senfoni yazan birini düşünün, kafasında bir sürü senfoni var ama çalacak orkestra yok. Biz de kafamızdaki senfonilerle ilgili orkestrayı bulmaya çalışıyoruz, bunun için zaman gerekiyor. 10 yılda o senfonilere talep çıkacak, beklentiler artacak, o zaman bunları da kağıda dökeceğiz. İnanıyorum ki, 20-30 yılda İstanbul’da uluslararası anlamda büyük işler yapan ofisler ve tasarımlar çıkacak, buna talep artıyor çünkü.
Yeşil bina, çevreci, enerjiyi az kullanan ya da enerji üreten konseptleri de uyguluyorsunuz. Dünyadaki bu trend hakkında ne düşünüyorsunuz?
Yeşil binalar dediğimiz bu konsept her zaman gücü daha da artarak hayatımızda olacak ve tasarımları etkileyecektir.
Dome, doğal mekan anlamına geliyor. Ben ileride tüm mekanların doğaya yaklaşmaya çalışacağını düşünüyorum. En az enerjiyle, doğaya zarar vermeyen mekanlar yapılacak. Hatta bu yapıların doğaya katkı bile sağlaması lazım. O zaman istediğiniz kadar yapı yapabilirsiniz. Benim hedefim de bu.
Selma Şenol