Yeni muhafazakârların hizmet anlayışının nişanesi olarak yükselen inşaatlara, orta sınıfların konut edinme sevdası eklenince memleketin dört bir yanı şantiye alanına dönüştü… Vahşi Batı’daki “altına hücum” parolası günümüz Türkiye’sinde “konuta hücum”a dönüşmüş durumda.
1980’li yıllardan hatırımda en çok kalan reklâmlardan biri de Banker Kastelli reklâmlarıdır. Bu reklâmlar, 24 Ocak ve 12 Eylül1980 kilometretaşlarıyla rotası çizilen özetlemesi bakımından dönemin ruhunu son derece iyi yansıtıyordu. Unutmayalım, o reklâmlarda bankerlere para yatırmak konusunda toplumsal meşruiyeti sağlamak için Cüneyt Arkın, Fikret Hakan, Ekrem Bora, İzzet Günay, Selma Güneri, Eşref Kolçak gibi oyuncular kullanılmıştı. Daha sonra bankerlerin ve bu tefecilere para yatıranların sonlarının nasıl olduğunu hep birlikte gördük.
KONUTA HÜCUM
Bugünlerde de televizyon reklâm kuşaklarında en çok konut reklâmlarıyla karşılaşıyoruz. İsimleri değişen fakat sağladıkları imkânlar ve görünüşleri pek değişmeyen toplu konut reklâmlarından geçilmiyor ekranlar. Hepsi de, orta ve üst sınıflara daha korunaklı daha konforlu bir yaşam vaat ediyorlar. Vahşi Batı’daki “altına hücum” parolası günümüz Türkiye’sinde “konuta hücum”a dönüşmüş durumda.
Ne de olsa, bundan 10-15 yıl öncesine kadar orta sınıflar için konut sahibi olmak hayalden başka bir şey değildi. Konut sahibi olmak için yıllarca kooperatiflerde ömür çürütülür, bu uğurda yıllarca toplantı üstüne toplantı yapılır, konutlar ise genellikle taahhüt edilen vakitten üç beş yıl sonra ancak teslim edilebilirdi. Oysa bugünlerde sağlanan uzun vadeli kredi imkanlarıyla orta sınıflar çok daha rahat bir şekilde, (“kira öder gibi”) hem de bitmiş dairelerin sahibi olabiliyorlar. Bu cazip koşullar aynı zamanda, varoluşunu mülkiyet sahibi olmakla özdeşleştirenler için -tıpkı Banker Kastelli örneğinde olduğu gibi- yeni bir yatırım kapısı anlamına da geliyor.
Günümüzde, orta sınıf mensupları içinde konut kredisi ödemeyen hemen hemen yok gibidir. Nohut oda, bakla sofa diyerek, gelir kalemlerinin önemli bir kısmını on yıllara bölünmüş taksitlere ayıran bu sınıf, elbette ki oy tercihini “istikrar sürsün”den yana kullanacaktır. Kaldı ki, bu kadar borç yükünün altında başını kaldırması ve muhalefet etmesi eşyanın tabiatına aykırıdır. Dolayısıyla, hükümet açısından bakacak olursak “inşaatın içinden programı”, ehlileştirme ve sisteme entegre etme bakımından aynı zamanda bir “kazan-kazan” politikasıdır da…
NEDEN KONUT SEKTÖRÜ?
Peki neden inşaat? Kapağında, “inşaat ya resullullah” ifadesiyle çıkan, Birikim dergisinin Ekim 2011 sayısında, Erbatur Çavuşoğlu, bu soruya şöyle yanıt veriyor: “İnşaat sektörü Türkiye ekonomisi içinde sürekli motor gücü olarak adlandırılmış, ülke kalkınmasına yaptığı katkı bizzat somut betonarme yapılar dışında yarattığı katma değer, sağladığı istihdam bazında yüceltilmiş, her krizde bu tabibe başvurulmuştur. 2000’li yıllarda da inşaat adeta tek, alternatifsiz bir sektör haline gelecektir. Ekonomi politikaları IMF anlaşmalarıyla belirlenen yarı sömürge yapıdaki bir ülkede tarım, hayvancılık, madencilik, enerji ve sanayi gibi birçok sektör uluslararası anlaşmalar ve kotaların belirleyiciliğine terk edilmiş durumdadır. Bu belirli mallar, nitelikler ve kotalar dışında üretim yapmak pek mümkün olmadığı gibi satışı da mümkün değildir. (…)
İnşaat sektörü bu ortamda hem iç pazarın maddi manevi ihtiyaçlarını doyurabilecek hem uluslararası yaptırımların dışında cereyan edebilecek bir sektör olarak ön plana çıkmaktadır. Nitekim 2000’li yıllarda Türkiye ekonomisi % 6-7’lik bir ortalama büyüme yaşarken, inşaat sektöründe bu ortalamanın arz-talep dengesine ve kriz koşullarına bağlı dönemsel daralmalar dışında % 20’lere ulaşmış olması şaşırtıcı değildir”.
Osman Balaban, “İnşaat sektörü neyin lokomotifi” başlıklı yazısında sözünü ettiğimiz “kazan-kazan” politikasının bir başka boyutuna vurgu yapıyor.
Balaban’a göre, inşaat sektöründeki büyüme şu üç amaca hizmet ediyor:
1) siyaseten kitlesel destek ve taban oluşturmaya
2) reel ücretlerdeki kaybın rant ile telafi edilmesine ve
3) kısa dönemli kaynak ve finansman ihtiyacının karşılanmasına. Hem Özal hem de Erdoğan döneminde bu alanda yaşanan büyüme, çıkarılan imar aflarıyla perçinlenmiş durumda. Hatta günümüzde, 2B düzenlemesi ile yağmacılara da yeşil ışık yakıldığını hatırımızdan çıkarmayalım.
“İNŞAATIN İÇİNDEN”
İnşaat sektöründeki hızlı tırmanışta, muhafazakâr zihniyet dünyasındaki “hizmet” anlayışının da payı büyük… Örneğin, AK Parti’nin internet sayfasına girdiğinizde karşınıza çıkan “reklâmlardan” biri de TOKİ’ye ilişkin… Deniz manzaralı toplu konut görüntüsünün altına şu not düşülmüş: “İktidara geldiğimiz günden bu güne kadar Toplu Konut İdaresi (TOKİ) aracılığıyla 81 il, 800 ilçe ve 2 bin 369 şantiyede, 544 bin 887 konut ürettik.Vatandaşlarımız ucuz ve kaliteli konut sahibi olsun diye 9,5 yıllık iktidarımızda TOKİ ile yaklaşık 46 milyar TL tutarında yatırım gerçekleştirdik.” Siyasi mitinglerin tamamlayıcı unsuru olarak yapılan TOKİ açılışları zaten hepimizin malumu… Bir başka reklâmda ise duble yol üzerine Tayyip Erdoğan’ın güneş gözlüklü fotoğrafı yerleştilmiş ve şu ifadelere yer verilmiş: “Cumhuriyet’in ilanından 2002’ye kadar yapılan bölünmüş yol miktarı 6 bin kilometre iken AK Parti olarak 2002’den 2012’ye kadar 21 bin227 kilometrebölünmüş yol yaptık. 80 yılda yapılan yolun, 3,5 kat fazlasını 9,5 yılda yaptık. 2002’ye kadar bölünmüş yolla birbirine bağlanan yalnızca 6 şehir varken bu sayıyı 74’e çıkardık.”
“ESKİ MÜCAHİTLER MÜTEAHHİT OLDU”
“Ticaret yapın, çünkü rızkın onda dokuzu oradadır” hadisini şiar edinen yeni dönem muhafazakârları birdenbire inşaat sektörünü keşfetti. TOKİ’nin dağıttığı ihaleleri kimlerin aldığına bakarsak, bu söylediğimiz daha iyi anlaşılır. (Kuzu, Biat, Aksa, Ağaoğlu, Taşyapı, Albayrak, İlhak, Çalık gibi firmalar bugün TOKİ’den en çok ihale alan firma konumundalar.) Hal böyle olunca, eski mücahitler de müteahhit oluverdi.
Sağ siyasetin, öteden beridir övüne vesilesi haline getirdiği bayındırlık faaliyetlerini Tanıl Bora, kendisine has üslubuyla çok güzel özetlemiş: “Salih siyaseti ‘hizmet yarışı’ olarak tescil eden sağ, her bir binayı hizmet heykeli gibi diker. İnşaat, ‘sözü bitiren’ türden icraattır. Hükümetin, belediyenin, partinin çalıştığının en sağlam alameti, odur. 5N: Ne, neden, nasıl, nerede, ne zaman? 2K: Kime, kaça? Ehemmiyetsizdir, kazılan temelin altında kalır. İmar-iskan, bayındırlık, inşaat, hem güçlü bir ekonomi-politik bir potansiyeli harekete geçirir: zenginliğin bir vetiresi olarak zenginler yaratmanın stabilize ve duble (‘yaratana’ da dönen) duble yoludur.” (Tanıl Bora, “Türk muhafazakarlığı ve inşaat şehveti, Büyük olsun bizim olsun”)
YENİ DÖNEM MUKTEDİRİ OLARAK AĞAOĞLU
İnşaat sevdasından söz edip de günümüzün muktedirlerinden Ali Ağaoğlu’ndan söz etmemek olmaz… Son olarak, ses getiren Maslak 1453 projesi ve bu ihaleyi almak için Başbakan Erdoğan ile yaptığı görüşmeyle gündeme gelen Ağaoğlu yeni dönem zengin tipolojisinin bütün özelliklerini üzerinde barındırıyor.
Ali Ağaoğlu bir röportajda kendisini şöyle tanıtıyor: “Günde ortalama 16 saat çalışıyorum. Hayattaki tek lüksüm arabalar! Bir de helikoptere binerim ve güzel kızlarla gezerim. Bu kadar çalışan bir insanın o kadar da lüksü olsun.” “Kadınların size olan ilgisi nasıl? Telefon numaralarını kağıda yazıp arabanızın içine atıyorlarmış, doğru mu?” sorusuna ise şöyle yanıt veriyor: “Doğru. Numaralarını veriyorlar, tanışmak istiyorlar, neler neler… Yakışıklı, karizmatik bir adamım, çok sık karşılaşıyorum bu durumla. Telefon numaramı nereden buluyorlar anlamıyorum, valla aramayan yok. Eve gelen de, karadan gelen de, denizden gelen de var. Ben de her zaman, denizden babam çıksa yerim, derim.”
Bahadır Türk, “Şantiyeler Kralı, Bir yeni zaman muktediri olarak Ali Ağaoğlu” başlıklı yazısında Ağaoğlu’nu şu şekilde resmediyor: “O, geleneklerimizi, milli hassasiyetlerimizi bilir, her şeyin farkındadır, insanımız da onu hak ettiği teveccühle karşılık verir. O, bir gelenek adamıdır. Böyle bir gelenek sevdası içinde tabiidir ki, ‘at ve avrat’ ikilisi yalnız bırakılmaz. Bir söyleşide ‘silahlarla arasının nasıl olduğu’ yönündeki belindeki tabancasını çıkarıp masaya koyduktan sonra şu yanıtı verir: ‘İki tane aksesuarım vardır; saatim ve silahım. Silahı severim, Karadeniz insanın geninden gelen bir şey sanırım. Birden fazla silahım var. çok da iyi atıcıyımdır. Gece yatarken bile baş ucumda durur.’”
NEREYE KADAR?
Yazının başında, Banker Kastelli reklâmlarını anımsatmıştık, elmanın kurdu nasıl kendinden olursa, konut sektörü de yakın gelecekte aşırı büyümenin yükünü kaldıramayacaktır. Nitekim belli başlı konut şirketlerinin iflas ettiği haberlerini okumaya başladık bile. (TÜİK’e göre sadece 2009’da inşaat sektöründe 1354 firma kapanmış.)
ABD’de baş gösterin Mortgage krizi de konut kredilerinin geri ödenmemesi nedeniyle patlak vermişti. Herkesin gırtlağına kadar borç içinde olduğu bir ekonomide, inşaat ve emlak piyasasındaki aşırı büyüme konut finansman sisteminin pamuk ipliğine bağlı olduğunu göstermiyor mu?
“’Ticaret yapın, çünkü rızkın onda dokuzu oradadır’ hadisini şiar edinen yeni dönem muhafazakârları birdenbire inşaat sektörünü keşfetti. TOKİ’nin dağıttığı ihaleleri kimlerin aldığına bakarsak, bu söylediğimiz daha iyi anlaşılır. Hal böyle olunca, eski mücahitler de müteahhit oluverdi.”
Tuncay Bilecen
tuncaybilecen@gmail.com