Fotoğrafçılığın duayeni Hakan Yalçın, teknolojinin gelişmesiyle farklı bir boyuta gelen mesleğini desteklemek için adım attığı inşaatçılıkla hayatına devam ediyor. 54 yıldır liderlik koltuğundan inmeyen Yalçınlar, şimdi de akıllı ve tasarruflu evler yapıyor.
Hakan Yalçın’ın doğduğu yıl olan 1958’de Foto Nur adıyla Sirkeci’de küçük bir fotoğraf dükkanı açıldı. O yıllarda fotoğrafçılıkla uğraşanların sayısı bir elin parmaklarını geçmiyordu. Baba Hasan Yalçın, Almanya’dan gelen gurbetçilerin getirdiği fotoğraf malzemelerini sattığı bu dükkanla 54 yıl sonra bile sektöründe lider olacak Yalçınlar Grup’un temellerini attığından habersizdi. Okulla arası hiç de iyi olmayan ortanca kardeş Hakan Yalçın, ticaret hayatına babasının geçirdiği bir kalp rahatsızlığı sonucu hayatını kaybetmesiyle birlikte 13 yaşındayken resmen adım attı. Fotoğrafçılığın sanat olduğu, siyah-beyaz film makaralarının karanlık odalarda resme dönüştüğü dönemlerde fotoğrafçılıkla tanışan Yalçın, bugün hala pazar liderliğini elinde tuttuğu Yalçınlar markasının yanı sıra değişen koşullar nedeniyle yıldızı parlayan bir sektöre inşaata da adım attı. Kullanıcılarına ısı, elektrik ve suda yüzde 65’i bulan tasarruf sağlayan bir hibrit projeyi hayata geçiren Yalçın’la hikayesini, bir zamanlar gurbetçiler aracılığıyla Türkiye’ye giren fotoğraf makinelerinin telefonlara entegre edildiği bugünü ve inşaatçılığı konuştuk.
-Fotoğraf denince ilk akla gelen markanın patronusunuz, önce hikayenizi anlatır mısınız?
1958 yılında doğdum ben, babam o yıllarda milletvekili adayıydı. Kendisi o dönemde kalp rahatsızlığı geçirdi ve 48 yaşındayken vefat etti. Babamın benim doğduğum yılda Sirkeci’de açtığı bir fotoğraf dükkanı vardı. Fotoğraf malzemeleri satıyordu, ağabeyim oranın idaresini aldı. Yaz aylarında ben de onun yanında çalışıyordum. Okulu sevmiyordum ama ticaret hoşuma gidiyordu. Bir gün ders çalışırken birden kitabı kapattım ve okulu bırakıp ticarete devam etmeye karar verdim. Gerçi, o zaman yaptığımı sonra telafi ettim ve üniversiteyi bitirdim. Üç kardeş baba mesleğini devam ettirdik.
-70’li yıllardan söz ediyorsunuz. O zamanlar fotoğrafçılık piyasası Türkiye’de nasıldı?
O zaman sektör diye birşey yoktu. İthalatın olmadığı 80 öncesi dönemler… Fotoğraf makineleri Almanya’dan gelen işçilerle giriyordu Türkiye’ye. O zaman çok kısıtlıydı ürün yelpazesi. Ne gelirse satılıyordu. Rakip denebilecek 2-3 dükkan vardı ama en bilineni bizdik. 1984 yılında üç kardeş işleri ayırmaya karar verdik. Ben de o zaman Yalçınlar’ı kurdum. Sirkeci’deki dükkanda bir yandan fotoğraf makinelerini satıyor bir yandan da gelişen teknolojiye parelel laboratuvar hizmetleri veriyordum.
-Siz siyah-beyaz fotoğrafların, karanlık odaların olduğu dönemlerde tanıştınız mesleğinizle. Bugünkü durumla kıyasladığınızda ortaya çıkan tablo nasıl?
Yalçınlar’ın temel faaliyet alanı fotoğrafçılık hizmetleri olsa da birçok marka ve aksesuar ürünleri de bünyemizde bulunduruyoruz. Nikon, Sony, Canon, Panasonic, Olympus, Leica, Sigma, Tamron Bilora, Lowerpro, Jenix, Tumax ve SanDisk gibi büyük markaların dijital fotoğraf makineleri video kameraları bünyemizde bulunduruyoruz. İnternetten satışımıza ek olarak yine internetten baskı sistemimiz var. Fotoğraf makinesi alan müşterilerimize, iki aylık fotoğraf eğitimini ücretsiz veriyoruz.
8 mağazada hizmet veriyoruz. Dijital fotoğraf makinelerinin çoğalması, telefonların bile fotoğraf makinesi işini görüyor olması bizi mağaza anlamında küçülmeye itti. Artık bilgisayardan bakılıyor fotoğraflara, albüm kültürü yok oluyor ama bundan kimse memnun değil.
-İnşaat sektörüne de akıllı binalarla adım attınız… Bu fikir nereden doğdu?
İnşaat benim çok sevdiğim ve aslında yaptığım bir iş. Bu bizim görünmeyen tarafımızdı. Kendi binalarımızı, mağazalarımızı, evlerimizi zaten yapıyorduk. Ancak yapıp satmak ilk kez oldu. Fotoğrafçılığı takviye etmek amacıyla bu işe girdik. Benim yatırım amacıyla aldığım bir arsam vardı. Burayı güzel ve özellikli bir projeyle değerlendirelim istedik. Şu anda projenin yüzde 60’ı bitti. Türkiye’nin en iyi yeşil projesini yapıyoruz. 30 milyon dolarlık bir yatırım olacak tamamlandığında, 22 villadan oluşan ilk etabı haziranda teslim edeceğiz.
-Vermek istediğiniz bir mesaj var mı?
Bizim yıllardır mücadele ettiğimiz ancak bir sonuç alamadığımız bir sorunumuz var. Bu sorun aslında sadece bizim değil aynı zamanda vatandaşın ve en önemlisi de devletin de sorunu. 2008 yılında fotoğraf makinesinin üzerine yüzde 20 ÖTV konuldu, yüzde 18 KDV var bir de. Biz bu vergilerin ağırlığını değişik zamanlarda değişik platformlarda hep dile getirdik. 2008 yılındaki satış rakamlarına hala ulaşamadık. Bu satışları çok düşürdü, ithalat yüzde 15 geriledi. Ama baktığınızda satış adetlerinin arttığını biliyoruz bu da kaçak yollardan oldu. Yani konulan ÖTV, kaçakçılığı arttırdı, buradan başta devlet olmak üzere, dürüst çalışan firmalar ve vatandaş zarar gördü. Hiçbir kayıt olmadan tamamen yurda vergisiz giren ürünler. Kaçak satışlara hizmet veren ise yurt içi internet siteleri. İnternet sitelerinden sipariş edilen ürünler vergisiz olarak yurda sokulması için değerini altında gösteriliyor. Garantisiz, bozuk ürünler sıfır ürün diye satılıyor ve müşteri bunu anlayamıyor.
Bu sitede her işi akıllı evler yapıyor
Büyükçekmece Gölü kıyısında yaptığımız Gölmahal villaları, 92 bin 470 metrekarelik bir alanda 38 özellikli villadan oluşuyor. Türkiye’nin ilk hibrit projesi olma özelliği taşıyan Gölmahal’de ısıtma, ısı pompası ile sağlanıyor. Doğalgaz kullanılmıyor, böylece havaya karbon salınımı yapılarak çevre kirliliği yaratılmıyor. Isı pompası, evlerde yaz aylarında da serinletme sağlıyor. Ayrıca merkezi klima sistemi ile de ısıtma-soğutma mümkün. Sitede kurulan 50 kwa’lık rüzgar tribünü ile Gölmahal kendi elektriğini kendisi üretiyor. Sıcak su her villada bulunan güneş enerjisi panelleri ile sağlanıyor. Kullanım alanlarına göre yüzde 60’a kadar tasarruf sağlayan Gölmahal villalarındaki gölet, jeneratör, su deposu, atık su arıtma sistemi, artezyan kaynağı ve yangın hidrantları da bulunuyor. Villaların fiyatları ise 1 milyon 295 bin dolar civarında.
1994 krizi bize Türkiye’nin 5. leasing şirketini kurdurdu
LeasIng şirketleriyle çalışıyorduk. Makineleri müşterilerimize leasingle veriyorduk, taksitle ödüyorlardı. Biz de onlara kefil oluyorduk. Onlar ödeme yapamama halinde bizim ödeyeceğimizle ilgili taahhüt veriyorduk. 1994 krizi patladı. O krizde müşterilerimiz ödeme zorluğu içine girdi. Leasing şirketleri günde yüzde 800-900 faiz istiyordu. Müşterilerimizi korumak için ödemelerini biz yapıyor ve farkı yansıtmıyorduk. Büyük risk alıyorduk. 1994 yılında Türkiye’de 5’inci leasing şirketini kurduk. Makinalar stokta hazırdı, müşteriyi bekletmeden hizmet veriyorduk ve diğerlerinden ayrılıyorduk. Sonra yerimizi serbest bölgeye kurduk. Bazı vergi avantajları da elde edince rakiplerimizi sollayıp geçtik. Müşterilerimizin eski makinelerini alıp yerine yenisini veriyorduk. Eskileri de alıp söküp yeniden yapıyorduk, yeniliyorduk. Bir de garanti verip yeniden satıyorduk.
Tüm dünyada en iyi distribütör seçilik, bizi Japonya’ya çağırdılar
Laboratuvarlarda kullandığımız Japon Copal baskı makinelerinin mümessiliğini aldık. İlk sene için 2 tane satacağız diye anlaştık ama 5 tane sattık. 1979 yılına geldiğimizde dünyanın en başarılı distribütörü seçildik Japonya’da. Pazar payımız yüzde 52’lerdeydi. Avrupa’daki Copal distribütörlerinin payı ise yüzde 7’ler seviyesindeydi. Oraya davet ederek başarının sırrını anlatmamı istediler. İngilizce hazırlanan metinle çıktım, başladım anlatmaya. Hatta o kadar hoşlarına gitti ki akşamki balonun sunumunu da bana yaptırdılar.
Yakalanan 2 TIR dolusu kaçak polaroid film dönüm noktamız oldu
80 öncesinde ithalat olmadığından farklı bir dönem yaşanıyordu. Sirkeci’de sokaklarda at arabalarının dolandığını hatırlıyorum. Bir gün Türkiye’ye kaçak getirilen 2 TIR dolusu polaroid film yakalandı. Son kullanma tarihleri yakın olduğundan mahkeme, milli servet olarak nitelendiriyor filmleri ve satışına karar veriyor. Piyasaya sürülüyor ancak alıcı yok. Biz de babamdan kalma bir evimiz vardı onu satmıştık o parayla o filmleri satın aldık. İthal mal olmadığından bu ürünler çok önemliydi. Ne kadar malın olsa o kadar satabileceğin bir dönemdi. Çünkü talep var arz yok. Satışa çıkarttığımızda merdivenlerimizde kuyruk oluştu. O zamanın değeriyle 3-4 daire parasıydı diyebilirim.
Fulya Erdem/ferdem@stargazete.com