Cüney Özdemir: “Mimarlarımızın şahane bir dil estetiği var. En çetrefilli konuları bile kibarca eleştirirlerken kimseyi incitmemeyi başarabiliyorlar”
Venedik’e adım atar atmaz saatleri bir saat geri aldık. Belki de bu sayede başka bir ülkeye ve başka bir gerçekliği geldiğimize kendimize hatırlatmaya çalışıyoruz. Öyle ya günlerdir Suriye sınırımızdaki kampların durumuna kafa yormaktan bitap düşmüş, Şemdinli’de olan biteni hâlâ anlayamadık. Kalebodur’un davetlisi olarak Türkiye’nin en ünlü 18 mimarı ile birlikte bu yıl 13’üncüsü düzenlenen Venedik Mimarlık Bienali’ne geldiğimizde havanın bu kadar sıcak, muhabbetin ise bu kadar keyifli olacağını kestirememiştim. Bizim mimarlarımızın şahane bir dil estetiği var. En çetrefilli konuları bile kibarca eleştirirlerken kimseyi incitmemeyi ama laflarını da sakınmamayı aynı anda başarabiliyorlar. Venedik uçağında mimarlarımızın gündeminde Singapur Dünya Mimarlık Festivali’ne kimin katılacağı, sunumların nasıl yapılacağı tartışılıyordu. Sadece bu örnek bile Türk mimarlarının asıl gündemini özetlemek için yeterli. Bizde mimari konuları bile mimarlarla tartışamazken (bakınız cami tartışmaları) bizim mimarlarımızın gündeminde uzun bir süredir artık ‘dünya’ var. Bunu görünce insanın morali düzeliyor. İçi umutla doluyor.
Tutmayın mimar enişteyi!
Türkiye yapı sektöründe yakın zamana kadar taşeron müteahhit firmaların dünyanın tehlikeli bölgelerinde ana müteahhitliğine yükselmesine şahitlik ettik. Libya, Ortadoğu, Rusya gibi pazarlarda büyük müteahhit firmalar doğdu ve geliştiler. Her biri maşallah Türkiye’nin en zenginleri arasına demir attılar. Gelin görün ki o yıllarda Türk mimarlar bu gelişimin içinde yeterince kendilerine yer bulamadılar. Oysa son yıllarda Türk mimarlarının dünyaya açıldığını görüyoruz. Bunun en büyük nedeni Türkiye’de mimarlarımızın hizmet sektöründe belirli bir kaliteye ulaştıktan sonra uluslararası firmalarla rekabet edebilir noktaya gelmesi. Türk mimarlar hem stratejik konum olarak Türkiye’nin durumunu hem de fiyat avantajlarını kullanarak dünyaya açılmaya başladılar. Mimarlarımızın dünyaya açılması aslında Türkiye’deki yapı sektörünü de peşinden sürükledi. Mimarlarımızın yurtdışında yaptıkları her projede kullanılacak taşı, seramiği, halıyı hatta mobilyayı da belirleyen kişiler olarak çoğu zaman tercihini Türk ürünlerine öncelik verdiler. Uzun lafın kısası Türk mimarların dünyadaki başarıları beraberinde yapı sektörünün dünyaya açılmasını da getirdi.
Ankaralı mimarlardan Mimar Ali Osman Öztürk Venedik yolunda uçaktaki sohbetimiz sırasında Brüksel’de oluşturulan TOBB merkez binasını yaptıklarını ve aksesuvarlarından mobilyalarına kadar seçimlerini Türkiye’den yana kullandıklarını gururla anlatmasının arkasında biraz da böyle bir sürecin izi var.
Mutluluğun Venedik mimarisi
Venedik’teki mimarlık bienaline bu kadar çok Türk mimarın gitmesi bir rastlantı değil. Kimi mimarlar ilk günden bu yana bienalin hiçbirini kaçırmadığını anlatıyor. Yüksek Mimar Hasan Çalışlar nerede ise son 10 yıldır Venedik’e bu nedenle geliş nedenini ‘Gelecekteki mimarlığın nasıl şekilleneceğini toplumların mimarlıkla olan en iyi sorgulandığı ve bu konudaki fikirlerin üst düzeyde üretildiği bir mimarlık aktivitesi.’ olarak tanımlıyor. Venedik’te sergilenen eserlerin en büyük özelliği ticari kaygıdan uzak, entelektüel düşünce üretiminin yansımasından oluşması. Bu yüzden güncel mimarinin ötesinde geleceğin mimarisini görmek için Venedik’in önemi büyük.
Venedik’de Mimarlık Bienali iki ayrı mekânda Arsenale ve Giardini’de gerçekleşiyor. Bildiğiniz gibi Venedik film festivali de önceki gün başladı. Film festivali sadece 10 gün sürüyor oysa Mimarlık Bienali kasım ayına kadar devam ediyor. Bienalin iki ayağı var. İlki Arsenale’de ünlü İngiliz mimar David Chipperfield’ın küratörlüğünde düzenlenen sergi. İkincisi ise ülkelerin pavyonlarında kendi ülkelerinin yıldız mimarlarını sergiledikleri özel teşhir alanlarından oluşuyor.
Dünya Mimarlık Bienali’nde Türkiye pavyonu yok
Gelin görün ki Venedik Mimarlık Bienali’nde Türkiye resmi olarak yok. Bunu ilk öğrendiğimde şaşırıyorum. ‘Sahi neden yok?’ diye sorduğumda . ‘Resmi bir başvuru yok’ cevabını alıyorum. Normal şartlarda Dışişleri ve Kültür bakanlıklarının başvurması gerekiyormuş. Bugüne kadar böyle bir başvuru yapılmamış. Aslında bu bile bizlere Ankara’nın mimarlık konusundaki vizyonunu özetlemeye yetip de artıyor. Mimarlık Ankara’da bir sanat ve meslek olarak hâlâ ciddiye alınmıyor! Türkiye’nin en saygın 18 mimarı ile beraber zaman geçirmenin en büyük keyifi özellikle yemeklerde yapılan sohbetler. Bunların en ilginçlerinden biri ise Nevzat Sayın’ın Malatya Camii için yaptığı saha araştırmaları. Konuştukça cami mimarisi ile ilgili öylesine ilginç detaylar öğreniyorum ki insan şaşırmaktan kendini alamıyor. Mesela cami mimarisine kafa yoran mimarları en çok zorlayan şeyin aptesthanelerin düzeni olduğunu ilk kez burada öğreniyorum. ‘Aptest almak’ deyip geçmeyin 5000 kişilik bir caminin içinde en az ibadet alanı kadar önemli ve işlevsel bir mekândan bahsediyoruz. Üstelik bunun yazı var kışı var buna göre örgütlenmesi ve düzenlenmesi gerekiyor.
Mimarlarla sohbetlerimizi ve Venedik Bienali ile ilgili gözlemlerimi yazmaya devam edeceğim.
Radikal/Cüneyt Özdemir