Denebilir ki Divriği evleri, “hemşeri” leri olan Ulucami’nin mimari özeninin günlük yaşamda da asırlarca sürdürüldüğünü kanıtlayan bir kent kültürünü Anadolu’ya armağan ederler
“Divriği” denince akla elbette ki ünlü “Ulucami”si ve “Darüşşifa”sı geliyor… Anadolu’daki Selçuklu ve Beylikler dönemi uygarlığının başyapıtlarından olan cami, Mengücekli Beyi Ahmed Şah, Darüşşifa ise karısı Turan Melek tarafından 1228-29’da Ahlatlı mimar Hürrem Şah’a yaptırılmış.
Yurdumuzun ortaçağda Avrupa gibi karanlık değil, aydınlık bir dönem yaşadığının sanat tarihindeki kanıtı olan bu “heykelsi” mimarlık eseri, 1985’te UNESCO’nun “Dünya Mirası Listesi”ne alınmıştı.
Ancak Divriği elbette ki sadece Ulucami’den ibaret değil. Sivas’ın bu alımlı ilçesi, kalesi ve diğer anıtsal yapıları dışında, “sivil mimarlık tarihimizin de hem görkemli, hem insancıl “ev”lerini barındırıyor.
O “ev”er ki tarihten bugüne “demir madenleriyle” ün yapan kentte demirci ustalarının ince ve zarif hünerlerini sergiledikleri gibi, taş, kerpiç ve ahşabın “hımış” tekniğindeki mükemmel uyumuyla da insan aklının mucizevi yaratıcılığını kanıtlarlar.
Genel olarak alt katlarında ahır, ambar, mutfak; üstte odalar, divanhane ve başodaları bulunur. ‘Toyhane” denilen özgün mekânları nice yaşanmışlıkların anılarını saklar. Barok çiçek desenlerine sanat tarihçilerini bile şaşırttığı halen var olan 300 kadar evden 200’ü tescil edilerek koruma altına alınmıştır.
Denebilir ki Divriği evleri, “hemşeri” leri olan Ulucami’nin mimari özeninin günlük yaşamda da asırlarca sürdürüldüğünü kanıtlayan bir kent kültürünü Anadolu’ya armağan ederler.
Hüzünden umuda
Ne var ki son yıllarda ilçeyi ziyaret edenler, aynı armağanların nasıl tahrip olduklarını; metruk kalmalarından ötürü nasıl yıprandıklarını ve hatta yıkılıp kaybolduklarını gördükçe, içlerini bir hüzün kaplıyor.
İstanbul’da yayımlanan Divriği gazetesinin kasım sayısındaki bir haber, işte bu hüznün umuda dönüşmesine neden oldu. “Konaklar kurtarılacak” başlıklı haberin birinci sayfada sürmanşetten verilmemiş olmasına hayıflansam bile, ayrıntıları yüreğime su serpti.
Divriği Kaymakamı Salih Ayhan AA muhabirine verdiği bilgide, “Mühürdarzade”, “Şeyhoğlu”, “Demiralay” ve “Sancaktar” konaklarının “yenileme” (restorasyon) işinin geçenlerde ihale edildiğini, onarımların ise bir yılda tamamlanacağını belirtiyor… Böylece özgün mimarileriyle yaşatılacak konaklarda 80 kişilik konaklama hizmetinin de Divriği’ye kazandırılacağını vurguluyor.
Düşünün; tüm Anadolu’nun sanat şaheseri olan Ulucami ve Darüşşifası’nı görmeye gelen yerli ve yabancı turistler, o gece tarihi konaklarda kalarak geçmişle 24 saat buluşmuş olacaklar… Divriğililer de bugüne dek günübirlik ağırladıkları konuklarına daha uzun süreler evsahipliği yapacaklar.
Kentsel seferberlik
Kaymakamın, bu öncü projelerin ardından 130’a yakın konağın da yakın zamanlar içinde yenileneceğini söylemesini ise nasıl alkışlamalı bilmem ki… Eğer bu sadece güzel bir “hayal” değilse, Türkiye’ye örnek bir “kentsel koruma”nın eşiğindeyiz demektir.
Hele, aynı konaklarla şenlenecek eski sokakların araç trafiğine kapatılacağını belirtmesi ise Divriği’nin önümüzdeki yıllarda ülkemizdeki “Yavaş Şehirler (Cittaslow) arasına girebileceği müjdesini de içeriyor… diyor ki; “Divriği’ye gelen bir daha gelmek için can atacak.”
Okuyunca düşündüm; Divriği konakları acaba sadece turistler için değil, asıl Divriğililerin de özgün evlerine yeniden kavuşmaları hedeflenerek ayağa kaldırılamaz mı? Divriği’deki yıpranmış ve terk edilmiş eski evlerin sahiplerine de her türlü destek sağlanarak, kimliksiz beton yapılarda yaşamaktan kurtulmaları sağlanamaz mı?
Bunun için asıl görev başta belediye yönetimi olmak üzere tüm Divriğililere düşüyor… Kaymakamın önderliğinin bu anıtsal kentimizde kalıcı bir “kültür ve kimlik seferberliği”ne dönüşmesini diliyorum.
Oktay Ekinci/Cumhuriyet