Radikal Gzetesi yazarı Cüneyt Özdemir bugünkü yazısına “Lüks otel odası mı ev mi?” adlı başlık attı…
Bir süredir ilginç bir tartışmanın ortasındayım. Bir arkadaşım mimar bir başka arkadaşımdan kendisine bir yazlık ev yapmasını istiyor. Mimar arkadaşım ise böyle bir ev yaptıracağına o parayı bankada tutmasını ve gelecek faizi ile en lüks otellerde krallar gibi tatilini geçirebileceğine onu ikna etmeye çabalıyor.
Ben ise dünyanın en lüks otelinde kalsanız bile bir evin yerini tutup tutamayacağından bir türlü emin olamıyorum. Sahi yaşadığımız ve adını ‘ev’ olarak bellediğimiz mekânlar ile sadece konuk olarak bulunduğumuz otel odalarını farklı kılan nedir? Bir ev için gösterdiğimiz emek olabilir mi? Ya da o evin içinde yaşanan onca anının ortak bellekte birleşmesi ve bu belleğin paha biçilmez bir değerde olması? Dünyanın en lüks otel odasına gidin yine de bir misafir ve yabancısınızdır.
Oysa bir eve sahip olmak sadece mülkiyet ile ilgili bir durum değildir. Herkesin evi kendini emniyette hissettiği bir yuvadır. Banka hesabınız ne kadar kabarık olursa olsun size bir yuvanın sıcaklığını veremez.
Bu yüzden herkesin evi ayrı bir dünyadır. Ayrı bir kokusu, sesi, dili vardır. Ya bankada duran paranın. Ne dersiniz?
Radikal/ Cüneyt Özdemir