Doğal kaynaklarının hızla tükenmesi, canlı çeşitliliğindeki azalma, “çevre kirliliğinin önlenemez yükselişi”, her geçen gün kendini insanoğluna daha “somut” bir biçimde; sel felaketleriyle, kuraklıkla, orman yangınlarıyla hissettiren küresel ısınma ve tüm bunların biraradalığından oluşan ‘ekolojik kriz’, gözlerin bir an önce mimarlık alanındaki ekolojik uygulamalara çevrilmesini zorunlu kıldı. 1980’lerden itibaren ”ekolojik tasarım” kavramı artan bir ivme ile mimarlık alanındaki yerini pekiştirirken, bu kavram altında mimarinin ekoloji, doğa bilimleri ve teknolojiyle kurmaya çalıştığı ilişki, çevresel duyarlılıktan öte “hayati bir gereklilik” olarak kendini gösterdi.
“Biz, tasarıma ulaşmak için bilgiye, veriye ihtiyacı olan mimarlarız. ‘Eğrisel biçimleri seviyorum’, ‘Kare planlı gökdelenlerden hoşlanıyorum’ ya da ‘Minimalist dekorasyon seviyorum’ demiyoruz, aslında bununla da ilgilenmiyoruz. Biz ihtiyacın ne olduğunu bulmak ve ona verimli ve yeterli bir anlam katmakla uğraşıyoruz. Ekoloji ise bu verim ve etkiyi bünyesinde barındırıyor” diye anlatıyordu ekoloji-ihtiyaç ilişkisini Alejandro Zaera Polo. Konuşmacı olarak katıldığı, Yapı-Endüstri Merkezi (YEM) tarafından 2008 yılında gerçekleştirilen “Ekolojik Mimarlıkta Somut Adımlar” sempozyumunda sorularımızı yanıtlayan ünlü mimar, mimarlık için canlıların dünyası, taşlardan, nesnelerden ve minerallerden oluşan dünyadan çok daha doğru bir tahayyül olduğunu belirterek “ekolojinin gerekliliğine” dikkat çekerek şunları söylüyordu:
“Ne var ki, dünyayı anlamlandırmaya, çevremizde sürekli evrilen, değişen şeyleri bir modele oturtmaya çalışıyoruz. Örneğin dinler, bu değişimleri çok daha yavaş algılamamızı sağlarlar. Ekolojinin de böylesi bir dünyayı anlamlandırma ihtiyacından doğduğu rahatlıkla söylenebilir. Böylesi bir kavramsallık, ekolojinin, özellikle mimarlık alanında, bir referans modeli olarak gittikçe daha fazla önem kazanmasının nedenlerinden biri olarak görülebilir.”
Dünyanın dört bir yanında sürdürülebilir konutlar, ofisler ve hatta kentler inşa ediledursun ekolojik uygulamaların henüz bir devlet politikası olarak benimsenmediği Türkiye özelinde ise ekoloji konusundaki çalışmalar hala duyarlı kurum ve kuruluşların öncülüğünde gerçekleştiriliyor.
Ekolojinin önemini kavrayan ve başta konuyla ilgili kitapları, haberleri ve etkinlikleri olmak üzere çeşitli mecralarda, çeşitli perspektiflerden konuya odaklanmaya çalışan YEM’in Yönetim Kurulu Başkanı Doğan Hasol EKODesign 2009 Konferansı’nda, bu duyarlılığı “Çabamız, gelecek kuşaklara da yaşanabilir bir dünya bırakabilmek içindir” diye özetliyordu.
Aynı çaba ile YEM, Türkiye’de az sayıda bulunan “yeşil bina” uygulamalarının artmasına ve kentlerin, bölgelerin, binaların tasarımında ekolojik tasarım ölçütlerinin daha fazla kullanılır hale gelmesine katkıda bulunmak amacıyla EKODesign Konferansı’nın üçüncüsünü düzenliyor. Konferansın 14 Nisan 2010 tarihinde YEM’de yapılacağını hatırlatmadan geçmeyelim.
Haber Kaynağı: yapi.com.tr