Çamlıca’da önceki gün açılan Mimar Sinan Camii’nin ardından tartışmalar sürüyor. Mimarlara göre, kubbe güçlü bir simge ancak yeni formlar yaratabilmek gerekli
Çamlıca’ya camii projesi’nden sonra önceki gün Başbakan’ın ibadete açtığı 16’ncı yüzyıl mimarisi taklidi Ataşehir Mimar Sinan Camii, ibadethanelerin mimarisi konusundaki tartışmayı gündeme getirdi. Türkiye’de başarılı çağdaş cami yapılamamasıyla ilgili uzman görüşleri şöyle:
Yard. Doç. Dr. Ahmet Tercan (Mimar Sinan Üni.):
Camilerin yeni bir anlayışla ele alınmaması kimsenin onaylamadığı bir şey. 300 sene öncesinin aynısının kopyalanması sanat anlayışıyla hiçbir şekilde bağdaşmaz. Kopyayla sanat asla biraraya gelmez. Mimarlık da bir sanattır. Doğru dürüst bir çağdaş cami projesi ortaya konamadı. Gelenekteki süreklilik sağlanamadı. Süreklilik geleneği tekrar etmek değil onu üretmektir. Bunun nedenlerinden biri din konusunda ortaya yeni bir şey koymamaktaki muhafazakâr direnç. Bir diğeri ise caminin kubbesiyle minaresiyle oluşturduğu çok güçlü bir imaj var. Bu imaj yüzyıllar boyu kentlerin siluetini belirleyen, kentlere kimliğini veren bir imge olarak çok güçlü bir şekilde bizim toplumsal hafızamıza da kazınmış durumda. Böyle güçlü bir imaj karşına yeni bir yapı ortaya koymak kolay değil. Caminin mimari elemanları olarak kubbe ve minarelerinin karşısına kubbesiz, minaresi başka türlü bir cami yapmak istediğinizde zorlukla karşılaşıyorsunuz. Bu kültürel bir sorun ve kimlik sorunu. Mimarlık eğitimleri yeterli değil.
Doğan Hasol (Yapı Endüstri Merkezi Başkanı):
Yapılan yeni camileri Türk mimarlığına hakaret olarak görüyorum. Türk Mimarlığı bunun çok ilerisinde. Mimar kendi başına cami yapamaz onun bir işvereni var. İyi bir mimarlık eserinin yaratılmasında mimar kadar işverenin de rolü var. İyi bir Süleymaniye yapılabildiyse onda Kanuni Sultan Süleyman’ın etkisi var. Selimiye yapılabildiyse onda Selim’in etkisi var. Mimarlann bu konuda yeterli altyapısı var.
Prof. Dr. Uğur Tanyeli (Mardin Artuklu Üni.):
Çağdaş camilerin yapılmamasının bilinçli bir tercih olduğunu düşünüyorum. Türkiye’deki tercih 16’ncı yüzyılın mimarisinin taklitlerini istemeye dayanıyor. Böyle olunca da daha iyi bir sonuç elde etmek mümkün gözükmüyor. O yüzyıldaki gücü özlüyoruz. Cami mimarisinde de karşımıza çıkan 16’ncı yüzyıl özelliklerini taşıyan yapılan beğeniyoruz.
Cami yaptıranlar ve camide ibadet edenler cami yapımında güncel morfolojileri görmek istemiyorlarsa camiler kaçınılmaz olarak tarihselci diyebileceğimiz bir anlayışla yapılırlar. Türkiye’de camilerin tarihselci bir biçimde yapılmasına yönelik bir beklenti var.
Prof. Dr. İhsan Bilgin (Bilgi Üni.):
Sürekli bu kadar ilhamdan nasiplenmemiş cami üretiliyorsa burada yaratıcılıkla ilgili bir sorun olmalı. Bir de olmazsa olmazlar olarak benimsenmiş kubbe ve minarenin mimari artikülasyona direnen zor formlar olmalan var. Nitekim belki de kilisenin tekrarlanan temel formu “bazilika” mimari artikülasyona daha yatkın olduğundan kilise, modem mimarinin yaratıcı ataklan ile daha fazla buluşmuş bir mimari yakın geçmişe sahip olabildi. Ama camiler küçülünce de sorun bitmiyor. OsmanlI’nın küçük camileri de çeşitli ölçü ve hizalannı çevrelerindeki sivil mimariyle ilişkilenerek kurduklan için bu terbiyeden yoksun küçük camiler de başıbozuk bir kendinden menkullükten öte bir şey ifade edememektedir. Önce şu kubbe takıntısından kurtulmak sonra da yerine illa yeni katı formlar koymak yerine, Can ve Behruz Çinici’lerin Meclis camisinde yaptıkları ve Ağa Han ödülü aldıklan türden ışık gibi akışkan unsurlan mimari tasarım unsuruna çevirebilecek yaratıcı hamleler gerekiyor.
Taraf