Gar’ın çevresi nasıl gelişecek; projeleri nerede? Hangi usta mimarlar, kentsel tasarımcılar yapmış? Bunların toplum hiçe sayılarak, uzmanlar dışlanarak yapılması kabul edilemez
İstanbul’u ilk kez Haydarpaşa’dan gördüm. Denizi, martıları, vapuru… Babam Erzincan’daki devlet görevinden ayrılmak üzereydi. Beni öncü olarak ninemle birlikte kara trene bindirdiler; üç gün sonra bir sabah Haydarpaşa’daydık. Daha 7 yaşında bile değildim.
Anımsadıklarım… Görkemli bir yapı… Çıkışta ise deniz, martılar, iskeleye yanaşmış bir vapur. Bunların hepsini ilk kez görüyordum. Bir çocuk gözüyle çok şey…
Haydarpaşa Garı yalnız benim için değil, pek çok kişi için çok şey ifade eder. Kavuşanlar, ayrılanlar, sevinç ya da hüzün gözyaşları, sallanan mendiller. Bunlara, özellikle 1950’li yıllarda yorganını sırtlayıp, “taşı toprağı altın” diye duydukları büyük köye kapağı atanları eklemek gerekir. Yalnız onları mı? İstanbul’a hovardalığa gelen taşra zengini hacıağaları da…
Haydarpaşa Garı, geçen günlerde sessiz sedasız devre dışı bırakılıverdi. Bunca yıllık emektar gar için gerçekten garipsenecek bir durum oldu. Tramvaylar bile 1961 yılında törenlerle, çiçeklerle uğurlanmıştı. Haydarpaşa için yapılanlar, daha doğrusu yapılmayanlar gerçekten bir değerbilmezlik örneğidir. Ne diyelim? İstanbul’u bilmeyenlerin onun değerlerine sahip çıkmamaları olağan sayılmalı.
Haydarpaşa, İstanbul’u Eskişehir’e bağlayacak yüksek hızlı tren yolunun yapımı için kapatılmıştı. Daha da önemli olan Haydarpaşa-Adapazarı-Eskişehir demiryolunun işlemez hale getirilmesiydi.
İstanbul-Eskişehir arasındaki yerleşmelerde yaşayanlar, özellikle de o güzergâhtaki üniversitelerin öğrencileri çaresiz durumda bırakılmışlardı. Herkes şimdilik 30 ay boyunca karayolundan, otobüslerden, minibüslerden yararlanacak, kısacası, başının çaresine bakacak.
Evet, yüksek hızlı tren yine o insanlar için yapılıyordu, ancak sözüm ona hızlı yapım uğruna bunun çilesini çekmek de yine onlara düşüyordu. Tek hattın açık tutulması ve işlevini sürdürmesi pekâlâ mümkündü. Olmadı. Böyle bir vurdumduymaz olgunun, sindirilmiş sessiz bir toplumun başına gelmesi doğaldı.
Gelelim öteki soruna… Tarihi Haydarpaşa binası ve çevresi ne olacak?
1908’de hizmete giren Haydarpaşa Garı’nın mimarları iki Alman: Otto Ritter ve Helmuth Cuno. Gar, hem mimarlık tarihinde hem de İstanbulluların belleğindeki seçkin yerini almış, koruma altında bir yapıdır.
Haydarpaşa ve Sirkeci garlarının işlevini tamamlamış olduğu daha bizim mimarlık fakültesi öğrencisi olduğumuz yıllarda söylenirdi. O zamanlar Anadolu yakasında Söğütlüçeşme’nin, Avrupa yakasında da Yenikapı’nın terminüs görevini üstleneceği düşünülürdü. Aslında Haydarpaşa, denizle olan ilişkisi bakımından iyi bir terminüstür; ancak demiryolunun Kadıköy’ü parçalaması bakımından sıkıntılıdır. Dahası, doğru bir proje olan ve ne yazık ki bir türlü bitirilemeyen Marmaray’la sistemin bütünleştirilmesi zorunluluğu Haydarpaşa Garı’nı günümüz koşullarında işlevsiz kılmaktadır. Durum Sirkeci Garı için de farklı değildir.
Bu durumun örnekleri Avrupa’da da vardır. Örneğin Paris’te Louvre Sarayı’nın karşı kıyısında, Champs-Elysées’ye beş dakika uzaklıktaki Orsay Garı benzer nedenlerle işlevini yitirince bir müzeye dönüştürülmüştür. Şu anda Orsay Müzesi eski gar mekânını olduğu gibi koruyarak dünyanın pek çok yerinden gelen insanlara kültür hizmeti vererek işlevini yoğun bir şekilde sürdürmektedir. Bu konuda yazdığım bir yazı kişisel web sitemde fotoğraflarıyla birlikte görülebilir. (1)
Gelişmelerin ve kent yaşamının zorunlu kıldığı durumlarda, korunması gerekli kimi yapıların, yapının karakterine ve mimarisine zarar vermeksizin yeni bir işlevle yaşatılması mümkündür.
Fransa’da olduğu gibi dünyada da bunun pek çok örneği vardır. Bugün bizdeki aydın direnişi ve tepkiler bir güvensizlikten kaynaklanıyor. Tepki gösterenler, İstanbul ve Ankara’daki AKM’ler, Taksim Meydanı, Majik ve Emek sinemaları, Haliç Metro Köprüsü, Tarihi Yarımada’da yapılacak Avrasya otoyolu için öngörülenleri ve İstiklal Caddesi’nin başına geleni düşündükçe Haydarpaşa için alınacak kararlardan korkuyorlar.
Haksız da sayılmazlar. Nitekim Belediye Başkanı ve bir sayın bakan Haydarpaşa Garı’nın otele dönüştürülebileceğinden söz ettiler. Bu olamaz… Otele dönüştürmek parasal yönden kazançlı olabilir, ancak hem mevcut mimariyi zedeler hem de şehir yaşamına ciddi katkı getirmez. Kendisi zaten bir müze niteliği kazanmış olan gar neden bir müzeye, bir kültür merkezine dönüştürülmesin? Bir fikir!..
Ayrıca garın çevresi nasıl gelişecek; projeleri nerede? Hangi usta mimarlar, kentsel tasarımcılar yapmış? Bunların toplum hiçe sayılarak, uzmanlar dışlanarak yapılması kabul edilemez. Şehir için alınacak önemli kararların, kentlilerin ve uzmanların katılımıyla demokratik anlayış ve haklar çerçevesinde ve tabii bilimsel yollarla oluşturulması gerekir. Yoksa, “ben yaptım oldu” anlayışıyla değil. Bugüne kadar yapılanlar ne yazık ki hep “ben yaptım, oldu” şeklinde gelişti. Korku bundan!
Doğan Hasol/Cumhuriyet