Van’da bir deprem oldu. Çok üzüldük. Ölenler için, yaralananlar için, ölmeyip acı çekmeye devam edecek gibi görünenler için.
Olmamasını dilerdik, ama oldu. Doğa, kendini insanın yapacağı binaya göre kurgulamaz. Sallanacağı yerlerde ara sıra sallanır ve senin kendini ona göre kurgulaman gerekir. Fakat işte yine, başaramadık.
Depremin sancılarıyla boğuşulduğu günlerde tartışmalar yaşandı.
Kimi depremden Türk-Kürt çatışması çıkarmaya çalıştı, ayrımcı ifadeler kullandı.
Kimi bunları kınadı, kullananlara savaş açtı.
Televizyon programlarının hangilerinin ara vermesi gerektiği konuşuldu bu günlerde.
Bazıları verdi, bazıları vermedi, veren, vermeyen eleştirildi.
Twitter’da bir şey konuşuldu, Facebook’ta başka şey.
Bu günlerde, o muhalefet bunu denedi, bu muhalefet şunu dedi.
Gazetelerimizde hemen bir deprem muhasebesine geçildi. Eksikler vurgulandı, iktidara kızıldı. İktidarı savunanlar da kızanlara kızdı.
Gazeteler, televizyonlar daha iyi haber yapabilmek için birbirini yedi. Herkes ekrana derdini iyi anlatan birini bulup çıkarmayı denerken kimi yardımcılarla sevindi, kimi yağmacılara kızdı. Toplumun psikososyal analizine girişildi.
Van’ı hafife almıyorum ama bazen düşünüyorum.
Ya bu deprem 15 milyon civarında, Türkiye’nin 5’te birlik nüfusuna yaklaşan İstanbul’da olsaydı?
Sayı bir bakımdan önemsizdir elbette ama bir bakımdan bazen de bir miktar önemlidir.
Ya benzer bir depreme talihsiz Van gibi gözle fena görülen eksikleriyle birden, İstanbul yakalansaydı?
Biliyor musunuz, ne Türk-Kürt çatışması-hoşgörüsü üzerine yapılan muhabbetler kalacaktı geriye, ne twitter’da kimin ne dediği, ne hangi programın ara verdiği, ya şu bakanın ya da şu muhalifin ne dediği.
Ülke kendini büsbütün, bunların tamamen önemsizleştiği, kimin konuştuğunun, kimin neyin üzerine tartıştığının, kimin neyi değerlendirdiğinin, kimin hangi eksik noktaya dikkat çekip kimin neyle övündüğünün güme gittiği, artık her şeyin önemsizleştiği bir can pazarında bulacaktı.
Hala şehri saçma sapan binlara boğmakla uğraşıyoruz. Hala nüfus takıntısından, “şehir kurma” takıntısından, oy için yürüyen mezarlık halindeki binalara işler verme takıntısından kurtulamıyoruz.
Ama bir gün olacak.
Aniden olacak ve İstanbul’a böyle yakalanırsak o ağır bir deprem de olmayacak, bu defa var olma mücadelesine girişecek bir ülke.
Twitter’da ne yazacak, televizyonda ne konuşulacak, siyasetçiler ne diyecek, 15 milyon insan takamayacağı gibi o zaman, takacakların çoğu artık bir dünyayı umursayacak durumda bile olmayacak.
Yozgat’ta yaşasam da söylerdim. Kastamonu’da da, Ankara’da da, Van’da da.
Her memleketten gelmiş kocaman bir nüfusun küçücük bir alana tıkıştırıldığı ve bu haliyle bir ülkeyi götüren bir metropol İstanbul. Her tarafla bağlantılı, her tarafı yöneten, her taraftan yönetilen ve her tarafa dokunan.
Bir şeyler yapın, bir şeyler yapın, hızlıca, çok hızlıca, çok çok hızlıca bir şeyler yapın diye, hafife almayın diye daha ne kadar sızlanacağız!