Geçenlerde önde gelen CEO danışmanlık firmalarından Vistage’ın Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü Rafael Pastor ile ilginç bir görüşme yaptım. Bir Vistage üyesinin ona anlattığı bir hikayeyi bana aktardı. Söz konusu CEO’nun okul çağında bir oğlu varmış. Çocuk bir gün eve gelip babasına kendisini CEO’dan başka ne olarak adlandırabileceğini sormuş. Görünen o ki, çocuğun sınıf arkadaşları bu sanki utanılacak bir şeymiş gibi, babası bir şirketi yönettiği için çocukla dalga geçiyorlarmış. İlk düşüncem “Ne alaka?” oldu. Eğer çocuğun babası, politikacı olsa anlayabilirdim. Ama sonra düşünmeye başladım.
Çocuğun arkadaşlarının kafasında hangi CEO’lar olduğunu hayal etmek hiç zor değil: Belki Kenneth Lay (Enron), Bernie Ebbers (WorldCom) ve Dennis Kozlowski (Tyco International) gibi efsanelerin yol açtığı zarar ve ödedikleri parayı duydular. Ya da bu çocuklar daha yakın bir zamandaki otomobil sektörü ve büyük banka sektörü CEO’larının senato sorgusunda ifade vermelerini izlediler. Bir skandalla Hewlett Packard’daki görevinden ayrılmak zorunda bırakılmış ve bazılarına göre oldukça mütevazı bulunan 12.2 milyon dolar tazminat alan Mark Hurd’ı duymuş da olabilirler. Ve bir de BP’nin CEO’su Tony Hayward vardı. Başında olduğu şirkete ait petrol kuleleri patlayıp 11 kişiyi öldürdükten ve Meksika Körfezi’ni mahvettikten sonra hayatının yeniden rayına oturmasını istediğinden yakınan adam.
Reklamcılıktan birazcık anlayan biri, tekrarın marka yaratmadaki önemini bilir. Ne yazık ki tüm bu açgözlülük, sahtekarlık ve yetersizlik haberlerinden sonra CEO markası neredeyse tamamen yeniden şekillenmiştir. Ancak burada tam olarak anlaşılmamış bir bakış açısı vardır. Aslında iki çeşit CEO vardır. Bir büyük, halka açık şirketleri yönetenler ve bir de küçük, müstakil şirketlere sahip olup onları yönetenler.
Açıklamama izin verin: Bu büyük şirket yöneticileri açgözlü, küçük şirket yöneticileri de namuslu olur demek değildir. Bu tamamen CEO’nun şirketin başarısıyla nasıl bağlantılı olduğu ile ilgilidir. Bu eğer işler yolunda gitmez ise ortaya çıkacak sonuçlarla ilgilidir. Bu CEO’nun ne kadar risk aldığı ile ilgilidir. Halka açık şirketlerin CEO’sunun hissedarların ve çalışanların başına açtığı onca beladan sonra milyon dolarlarca tazminatla basıp gitmesi nadir görülen bir şey değilken, küçük şirketlerin CEO’larının bunu yaptığına ise çok az rastlanmıştır.
Bu bana çiftlikte yaşayan tavuk ve domuzun hikayesini hatırlattı. Bir gün tavuk domuza, onlara çok iyi bakan çiftçi için bir kahvaltı hazırlamayı önerir. Domuz da kabul eder. Tavuk, “Çiftçi yumurta ve kızarmış domuz etini çok sever. Ben yumurtaları hazırlayayım, senin de etinden yararlanabiliriz” der. Bunun üzerine domuz şöyle karşılık verir: “Bu durumda sen sadece katkıda bulunuyorsun, bense kendimi feda ediyorum!” Büyük şirketlerin CEO’ları şirketlerine sadece katkıda bulunurlarken, küçük şirketlerin CEO’ları genelde şirketleri için kendilerini feda ederler.
Küçük bir şirket battığında CEO’sunun başına neler geldiğini yakından gözlemleme şansım oldu. Yüklü bir tazminat alamamakla kalmıyor, çoğunlukla sahip oldukları her şeyi kaybediyorlar. Çünkü küçük iş sahipleri için kişisel mülklerini –ki bu genelde evleri oluyor- ipotek ettirmeden iş kurmak için gerekli krediyi almak çok zor. Bu çok başarılı küçük iş sahipleri için bile geçerli. Ama toplum tarafından yeterince iyi anlaşılan bir şey değil. Çoğu zaman CEO’nun en yakınları, hatta eşi tarafından bile tam olarak anlaşılmıyor bu durum. Sonuç olarak küçük şirket CEO’ları kendilerini işlerini adarlarken, çok az büyük şirket CEO’su bunu yapıyor.
İşler kötüye gittiğinde büyük şirket CEO’ları yüklü tazminat alırken, küçük iş CEO’ları işe daha çok para yatırmak durumunda kalıyor. Vistage’ın CEO’su Rafael Pastor geçenlerde CEO’lardan oluşan üyelerine şu soruyu sordu: “Ekonomik kriz döneminde şirketinizi ayakta tutmak için şahsi mülklerinizi ipotek ettirmek ya da kendi banka hesabınızdan para kullanmak zorunda kaldınız mı?” Bu soruya üyelerin %46’sı evet diye cevap verdi.
Birçoğu için oturduğunuz evi ipotek ettirmek, çılgınca bir risk gibi görünebilir. Ve belki de öyledir. Fakat bu riski alan küçük iş sahipleri olmasaydı, bugün Amerika’da başarılı küçük işlerin sayısı çok daha az olurdu. Bazı yatırımcılar benim “her şey dahil” diye adlandırdığım gruptadırlar. Tüm paralarını, zamanların çoğunu, egoların, kendilerine verdikleri değerin ve gururlarının büyük bir kısmıyla işlerine yaklaşırlar. Bazen ailelerini ve sağlıklarını kaybetme pahasına, gereğinden fazlasını ortaya koyarlar.
Chicago’da bu kategoriye giren beş iş sahibini tanıdığımı üzülerek belirteyim. Hepsi farklı sektörlerdi, işleri batmak üzereydi ve hepsi de benim gibi 50’li yaşlarının başındaydı. Düştükleri bu durumdan öyle perişan oldular ki, intihara kalkıştılar. Hiç kuşkusuz, intihara teşebbüslerinde, işlerinin kötü olmasından başka etkenler de rol oynamıştır. Bu beş CEO’nun da yukarıda bahsedilen büyük CEO’lardan daha iyi bir rol model olmadığı çok açık.
Ancak küçük şirket CEO’larının başarısız olduklarında bunun sonuçlarına katlanmak zorunda oldukları da bir gerçek. Ve günümüzün göz alıcı yatırımcı portresinde bunun işlendiğine pek rastlamıyoruz. Böylece daha agresif bir şekilde borç alarak işe alım yapan küçük iş sahibi olmak, her ay düzenli maaşları yatan memurların gözüne bambaşka görünüyor.
Babasının CEO olmasından utanan çocuğa ne demeli? Ben buna öğrenme zamanı derdim- İyi ve kötü CEO’lar vardır. İyi ve kötü insanlar olduğu gibi.
Jay Goltz