Türkiye’yi daha iyi anlamak için, yola çıkmanızı tavsiye ediyorum. Size Konya’nın Çavuş Köyü’nde sanatla iç içe kurulan bir hayatı anlatacağım. Mehmet Ali Birand, haberi o kadar güzel anlatmıştı ki…
Kendine özgü üslubunu da katarak, tam manasıyla hissederek konuşuyordu
Anadolu’da bir köyde sanatçılar için kerpiç evler yapılıyor, İstanbul başta olmak üzere Türkiye’den ve hatta Almanya’dan, Avusturya’dan sanatçı Türkler o köye yerleşiyor.
Köy evlerini birer atölyeye çeviriyorlar, resimlerini, heykellerini ve diğer sanat ürünlerini orada yapıyorlar.
İnanması güç ama hoş, bir o kadar da ilgi çekici bir öykü…
Görüntülere bakınca da etkileyici…
Tam da ertesi gün İlber (Ortaylı) Hoca’yla Nişantaşı House Cafe’de oturuyorduk. Hoca insanları izler, inceler ve yorumlar yapar. Gözlemleri öğreticidir. Bir ara ‘Kıra gitmek lazım artık’ dedi. ‘Niye’ diye sordum. Hayatın anlamı, insanların yüz ifadelerindeki aynılık, büyük şehirlerin insanı kendine yabancılaştıran ruhsuzluğu… Derken uzun bir kır sohbeti yapmıştık.
Neyse…
Aklıma takıldı, ‘Köye sanat geldi’ haberinin peşine düştüm. Ne isimler, ne öyküler çıktı içinden…
Konya’nın Çavuş Köyü’nden bahsediyoruz. Meğer anlatılan iş bir tanıdığımızın, Mehmet Taşdiken’in projesiymiş. Mehmet, bizim Ahmet Sever’le (Cumhurbaşkanı Basın Başdanışmanı) hem çok yakın dosttur, hem aynı köyden. Sanırım akrabalıkları da var.
Sonsuz Şükran duygusunun peşinden
Yazı İşleri’nde konusu açılmıştı. Sanat Köyü’nden bahsedince, Dış Haberler Müdürü Kader (Balıkçı) de heyecanla söze girdi, o da duymuş, izlemiş… ‘Keşke gidip görebilsek’ dedi. İçimde bir kıvılcım çaktı, neden olmasın?
Gündem de çok yoğun ama, ‘bir fırsat yaratmalı’ diye düşündüm, artık her gün İstanbul’dan her yere uçak var. Sabah 05.00’te kalkıp, 07.00 uçağı ile Konya’ya uçtum, 110 km de karayoluyla kısa bir yolculuktan sonra köye vardım. Daha girişte, ‘Ahmet Sever Meydanı’… Sordum, yöreye baraj yapımı için çok ama çok emek harcamış. Su da gelince civardaki bütün köylerin hayatı değişmiş, damlama su ile organik tarım başlamış, bol bol çilek yedik. Oh be, çilek gibi kokuyor, çilek tadındaydı hepsi… Hormonlu değil ya…
Uzun zamandır Anadolu’ya gitmeyenlere veya köy görmeyenlere tavsiyem, biraz yola çıkın, ‘değişen köy’ kavramıyla tanışın Türkiye’yi anlamak için… Değişen köy, köylülük ve yeni dinamikler konusuna ayrı bir yazıda değiniriz yakında.
Güzel bir yoldan, ormanlık alandan vardığımız köyde şu anda 21 kerpiç ev yapılmış. İnşaatı devam edenler var. Toplam sayı 90’a kadar çıkacak, fazlası yok.
İşe başlamadan, kahvaltı yapmalı. Yoldan geldik açız…
İnanılır gibi değil, o kadar vakit geçti, baktım saat 09.00. Meydanda tamamı organik tarım ürünleriyle temiz havada bir kahvaltı. Hele bal, hele reçel… Anlatılır gibi değil.
Mehmet (Taşdiken) beni yanındakilerle tanıştırıyor, köyün yeni sakinleriyle. Biri ressam, diğeri fotoğraf sanatçısı, heykeltıraş var, sinemacı, el sanatlarıyla uğraşan…
Projenin adı ‘Sonsuz Şükran Köyü’.
Bu kapsamda ‘İkinci Anadolu’ya Şükran Buluşmaları’ adı altında etkinlikler yapılıyor. Film gösterileri, resim sergileri, sempozyumlar…
Cemil İpekçi de var Nilüfer Narlı da
Tek tek evlerin sahiplerini soruyorum; Cemil İpekçi, onun yakın arkadaşı-ses sanatçısı Zehra Su, Tülin Sazak, Reyhan Gürtuna (Ali Müfit Gürtuna’nın eşi, el sanatlarıyla uğraşır), Nilüfer Narlı Hoca, Asaf Zeki Yüksel, Ressam Ülkü Cılızoğlu, Heykeltıraş Serap Gümüşoğlu, fotoğraf sanatçısı Ali Ayyıldız, seramik sanatçısı Fazilet Kendirci, Leyla Cansız, cam sanatlarıyla uğraşan Zehra Wellmann ve annesi, köyün girişine yapılmakta olan Hitit aslanlarıyla süslü hayat kapısı Heykeltıraş Nilhan Sesalan.
Öğrendim ki köy evleriyle Leyla Alaton da ilgileniyormuş, Sonra, Belediye Başkanı Mehmet Çiğdem.
36 yaşında ama nasıl sevilmiş, ikinci dönemi… Sanat Köyü’nün yeni sakinleri anlattı; evinin anahtarı kapının önündeki ayakkabıların birinin içinde duruyormuş. Banyo gibi çeşitli ihtiyaçlarda, yeni misafir geldiği zaman konaklama için isteyen başkanın evine girip çıkıyormuş. Sanatçılar başkanı da eşini de anlata anlata bitiremiyorlar. Şu anda bütün uğraşları, köye bir üniversitenin güzel sanatlar fakültesine bağlı sinema-TV bölümü açmak. Mehmet Taşdiken bununla uğraşıyor. Yeni kerpiç evlerin oluşturduğu köy zaten film platosu gibi.
Çok hoş bir diyalog vardı, emekli öğretmen Ahmet Candar, çalışmakta olan işçilerden birini yanına çağırıp, ‘Oğlum sen ne iş yapıyorsun burada’ diye sorduktan sonra ‘Bu projenin adı ne?’ diye devam etti. Meraklı gözlerle onlara baktık, işçi arkadaş, ‘Kibele’nın koltuğunu yapıyoruz hocam’ yanıtını verdi. Hocadan bir soru daha: ‘Tamam da o ne demek?’
İşçi hazırlıklı, öğrenmiş, ‘Kibele bereket tanrıçası hocam’.
Hoca memnundu, ‘Hah işte’ dedi: ‘Öğrenelim de, soranlara söyleyelim…’
Neden geldiler?
İyi güzel de neden İstanbul’u, Roma’yı, Viyana’yı bırakıp bu köye geldiler? Kahvelerimizi içerken sanatçı arkadaşlara bunu sordum. Her birinin farklı bir öyküsü var, tam belgesellik. Söyledikleri içinde büyük kentin bunaltıcılığı önemli bir yer tutuyor. Ülkü Cılızoğlu ‘Uyku sorunum vardı, burada tamamen bitti, kerpiç evde, yer yatağında uyuyorum. Sanatımla baş başayım. Üstelik herkes sanattan konuşuyor’ dedi.
Serap Gümüşoğlu, ‘Çocuklarının kendisini gördüğünde ne kadar güzelleşmişsin’ dediğini anlatarak, ‘Makyaj derdi de yok, kılık kıyafet derdi de… Hem de havası insana iyi geliyor’ dedi gülümseyerek. Annesiyle birlikte Almanya’dan gelen Zehra Wellman, ‘farklı bir yaşam deneyimi’ istemiş. Annesi Kaş’a yerleşmiş, bir de sanat köyünde evleri yapılacak… Mekik dokuyacaklar. Avrupa’daki insan ilişkilerinden bahsetti, bir de buradaki sıcaklıktan.
Leyla Cansız, ‘Tabiata dönmek, doğal halimi görmek için buradayım’ diye söze girdi.
Böyle uzuyor…
Hepsi anlaşılabilir gerekçeler…
Nasıl cesaret etmişler, insan şaşırıyor…
Mehmet söze girdi, ‘Kadınlar daha cesur, daha kolay riske giriyorlar, hayatlarını daha kolay değiştiriyorlar’ dedi. Sanırım haklı, yeni yaşamların peşinden gitmek ve onu dönüştürmek konusunda kadınlar daha cesur…
Bir de sanatçılar…
Genellikle sanatçıların sahip olduğu evlerden biri de modacı Cemil İpekçi’ye ait.
Akşam/İSMAİL KÜÇÜKKAYA