1750 Adetten Fazla Türkiye'nin En Güzel Villa Modelleri İçin Resme Tıklayabilirsiniz..

MMG Van Depremi Raporu’ndan: 2. Deprem Neden Yıktı?

Ülkemiz, jeolojik açıdan genç bir kara parçası üzerinde yer almaktadır. Bu kara parçası henüz oluşumunu tamamlamadığı için yer kabuğundaki hareketler devam etmekte, fay hatları aktif bir şekilde faaliyetlerini sürdürmektedir…

Dolayısıyla deprem, ülkemizin yadsınamaz bir gerçeğidir. Öyleyse, bu gerçeği biran önce kabullenip, depremle yaşamaya alışmalı, şehirlerimizi bu doğrultuda inşa etmeli, insanlarımızı bilinçlendirmeli ve depremin vereceği zararları önleyici tedbirleri süratle almamız gerekmektedir.

Tarih boyunca ülkemiz topraklarında çok sayıda büyük deprem meydana gelmiş, bunlardan bazıları ciddi hasarlara yol açmıştır. Ancak ecdadımız bunlardan önemli dersler çıkarıp, gerekli tedbirleri almışlar, uygun yapım sistemleriyle şehirleri inşa etmişlerdir. Bugün yaşanan şiddetli depremlerde dahi birkaç yüz yıllık yapıların sapasağlam ayakta kalması bunun apaçık bir göstergesidir. Ancak yakın bir geçmişten itibaren, tarihi yapılar ve doğal çevre katledilerek, bilinçsizce, plansız ve programsız, mimari estetik ve mühendislik desteğinden yoksun, rant esaslı inşa ve şehircilik faaliyetleri artmış, şehirlerimiz deprem, yağmur, kar gibi doğa olaylarının afet boyutuna dönüştüğü merkezler haline gelmiştir.

17 Ağustos 1999 Gölcük Depremi bize ülke olarak depreme ne kadar hazırlıksız olduğumuzu çok ağır bir şekilde ikaz etmişti. Ne var ki aradan geçen bu kadar zaman zarfında arama kurtarma ve enkaz kaldırma konuları haricinde mevcut yapı stoklarının yenilenmesi ve binaların deprem riski dikkate alınarak inşa edilmeleri konularında istenilen seviyeye gelinememiştir.

Yaşanan bu acı tecrübeden önemli dersler çıkarmamız gerekirken, 23 Ekim 2011 tarihinde yaşadığımız Van Depremi, yine aynı acı tabloyu gözler önüne sermiş, yüzlerce insanımız hayatını kaybetmiştir. Hiç olmazsa bu sefer gerekli dersleri alalım ve bundan sonra bu acıları yaşamamak için topyekün bir seferberlik başlatalım.

Ülkemizin aktif deprem kuşağında olduğu ve yıkıcı depremleri sıklıkla yaşadığımız gerçeğini, kabul ederek mevcut bilgi ve teknolojilerin imkanlarıyla desteklenmiş deprem öncesi, deprem anı ve depremden sonrası olmak üzere çok aşamalı planların devreye sokularak depremlerden en az zayiatla (insan kaybı ve ekonomik kayıplar) çıkma yollarının altyapısını oluşturmamız gerekmektedir.

Mimar ve Mühendisler Grubu olarak (mesleki formasyonumuz gereği) yıkılan ve hasar gören binalardaki teknik eksikliklere ve çarpık şehirleşmeye yoğunlaşarak dikkatleri depremde can ve mal kaybını en aza indirecek binalar yapma ve insan ölçekli yaşanabilir yeni şehirler kurma konusuna çekmeye çalıştık.

Van Depremi Tespitleri
Mimar ve Mühendisler Grubu yöneticilerinden oluşan teknik heyet olarak 23 Ekim 2011 tarihinde Van ve çevresinde meydana gelen 7,2 büyüklüğündeki deprem sonrası incelemeler yapmak üzere bölgeye gittik. Jeofizik Mühendisleri Odası Van Şube Başkanı Bedrettin Anaran’ın da iştirak ettiği Van, Erciş ve depremde hasar gören köyleri kapsayan bir inceleme gezisi gerçekleştirdik.

Depremin acı tablosu karşısında, bir nebze olsun üzüntümüzü hafifleten nokta, acil müdahale, arama kurtarma ve yardım konularında, geçmişe göre epeyce mesafe kat ettiğimizi müşahede etmemiz oldu. Deprem sonrası Devletin seferber olması ve anında bölgeye ulaşması, ülkenin dört bir yanından sivil toplum kuruluşları, vakıflar, dernekler ve belediyelerin büyük bir gayretle bölge halkının yaralarını sarmaya çalışmaları, bölgede tesis edilen kardeşlik köprüleri, manzaranın olumlu tarafını teşkil etmektedir.

Diğer taraftan, teknik, şehircilik ve mühendislik alanındaki eksiklikler, deprem öncesi hazırlık amaçlı bir kriz planının olmayışı, deprem sonrası hasar tespit çalışmalarının yetersizliği ve gerekli tedbirlerin alınmayışı sonucunda 10 Kasım’da gerçekleşen 5.6 büyüklüğündeki depremde onlarca kişinin daha hayatını kaybetmesi, ihmalin boyutlarını gözler önüne sermektedir.

Van bölgesiyle ilgili yaptığımız tespitler şunlardır:

Van’da Binalar Neden Yıkıldı?
a) Yıkılan bir binadan aldığımız ve laboratuar ortamında kırılma testi uygulanan beton numune sınıfının C20 olması gerekirken C9 (90 kg/cm2) çıkması, donatı çap, adet, aralık ve cins tahkiki yaptığımızda ortaya çıkan düşey donatıların nervürsüz (S220) olması, etriye aralıklarının olması gerekenden fazla olup 30 cm e yakın olması, kolon ve betonarme perdelerin kirişlerle birleştiği noktalarda etriye sıklaştırma yapılmaması bu tür binaların yıkılmasının kaçınılmaz olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

b) Ülkemizde uygulanan Yapı Denetim sisteminin bu bölgede yeni başlamış olması, bu zamandan önceki yapıların denetimi noktasında eksiklik ve boşluğun neticesi olarak yıkım ve hasar oranı artmıştı.

c) Zemin ve jeolojik yapı dikkate alındığında Kuzey Anadolu Fay Hattının bir kolunun üzerinde bulunan Van ve Erciş’in depremsellik kriteri dikkate alınarak hassasiyetli yapılaşma ve depreme hazır bir kent oluşturma beklentisinden uzak deprem bölgesi olmayan diğer illerdeki gibi gelişigüzel denetimsiz ve deprem hesaba katılmadan yapılaşmanın ortaya çıkması sonucu yıkım ve hasar oranı artmıştır. Van ve Erciş’te toptan göçen binaların tamamının çok katlı (5–8 katlı) olması bu tespitimizi güçlendirmektedir.

d) Günümüz mevzuatı açısından eksiklik olarak görünen Yapı Denetim’e tabi bir bölge olmamış olması veya yeni başlanılan bir sistem olması dışında bir mevzuat eksikliği yoktur. Fakat mevzuatın öngördüğü imar planı, mikro bölgeleme (microzonation), proje ve denetim kriterlerine ilgililerinin uyulmamıştır.

e) Mevzuat öngörse de mühendis, müteahhit, denetim firması, belediye arasında koordinasyonun eksik olması veya hiç olmaması sonucu kalfa veya usta marifetiyle ortaya çıkan inşaatlar, projede mühendislik hizmetini almış olsa bile uygulamada almamıştır.

f) Köylerdeki binalar hiçbir mimarlık ve mühendislik hizmeti almadan kerpiç ve briket gibi bölgede kolay temin edilebilen yapı malzemeleri kullanılarak yığma yapı olarak, yatay ve düşey hatıl gibi herhangi bir bağlantı elemanı olmadan ve mukavemet hesapları dikkate alınmadan yapılmıştır.

g) Deprem bölgesi olmasına rağmen yüksek katlı binalarda bahsi geçen eksiklikler ve hatalar sıklıkla tekrar edilmiştir.

Richter Ölçeği ile 5.6 Büyüklüğündeki 2. Deprem Neden Yıkıma Sebep Oldu?

Daha önce de belirtildiği gibi binalarımızın deprem kuvvetleri karşısında göstermiş olduğu mukavemet gelen deprem yükleri oranında binada kalıcı hasarlar oluşturabilir. Bu şekilde hasar oluşan yapıların kolayca bir sonraki deprem kuvvetleri karşısında göstereceği davranışı tahmin etmek mümkündür.

Eğer hasar taşıyıcı sistemde değil de tuğla ve pencere gibi mimari elemanlarda oluşmuş ise bu elemanlara aktarılan kuvvetin taşıyıcı sistemi örselediği ve bir şekilde sönümlendiğini rahatça söyleyebiliriz. İşte hasar durumu bu şekilde olan ve taşıyıcı sistemde “sorun yok yapı sağlamdır mantığı çok yanlıştır “ve bir defa can kayıpsız atlatılan 7.2 büyüklüğündeki depremin ardından gelen 5.6 lık deprem kuvvetleri (ki normal zamanlarda bu büyüklükteki bir depremin bu kadar hasara sebep olmaması gerekir) artık yapı tarafından sönümlenememekte ve yapı taşıyıcı elemanları sınır değerlerine ulaşan taşıma gücünü bir kademe daha zorlamak zorunda kalarak kırılmaya başlamaktadır. Bu andan sonra donatıda akma gerçekleşecek veya bağıl kuvvet etkisinde betonarmede çatlamalar oluşacak ve bina performans kriterleri çerçevesinde taşıma gücünü kaybedip yıkılacaktır. 5.6 büyüklüğündeki 2. depremin Van Merkez’de sebep olduğu yıkımların ana sebebi yukarıda izaha çalıştığımız yorgun yapı elemanları olmuştur.

Sonuç Ve Önerilerimiz:
İnsan öncelikli emniyetli şehirler kurmalıyız..

a) 2007 Deprem yönetmeliğinin şartlarına, özellikle de beton dayanımı ve etriye, çiroz gibi donatı elemanlarına ait koşullara, tavizsiz uyularak gerekli kontroller yapılmalıdır.

b) 4708 sayılı Yapı Denetim Kanunu kapsamında mevzuatın yeniden gözden geçirilmelidir. Van ve Erciş’te yıkılan binaların ruhsatlı olması yapı denetim mevzuatının boşlukları olduğunu göstermektedir. Yapı denetim kanunu için yeniden yapılması gereken düzenlemeler çerçevesinde belirlenebilecek UYGUN bir yöntemle müteahhit veya yapı sahibinin Yapı Denetim firması ile organik bağının kesilmiş olması ve tarafların işveren-çalışan pozisyonundan çıkarılması gerekmektedir.

Şu anki mevzuat çerçevesinde yapı denetim firması denetim için kendisine ödenmesi gereken tutarı her ne kadar ilgili Belediyeye müteahhit veya yapı sahibi tarafından ödenen miktar olarak Belediyeden iş tamamlanma süreci ile paralel olmak üzere almakta olsa da, proje aşamasında müteahhit veya yapı sahibi yapı denetim firmasını kendisi seçmekte ve bir sonraki işlerini yapabilmek adına yapı denetim firmaları müşterisi konumundaki yapı sahibi veya müteahhidin yanlış veya eksik uygulamalarını düzeltmekte zorlanmaktadır.

c) Deprem sonrası öncelikle ayakta kalmasını istediğimiz Hastane Okul Hükümet Konağı gibi kamu yapılarının temel sistemine (maliyet düşünülmeden) deprem kuvvetini azaltan ve yapının depremde salınmasını engelleyen veya az salınım yapmasına olanak sağlayan deprem sönümleyiciler (izolatörler) konulmalıdır. İlk maliyet yerine deprem sonrası yapacağı hizmet göz önüne alınarak bu tekniğin fizibilitesi yapılmalıdır.

d) Deprem konusu açıldığında öncelikle irdelenmesi gereken kriter olan zemin durumu konusunda Van ve Erciş olmak üzere bölgenin depremselliği ve diri fayları dikkate alındığında diğer illere nazaran özellikle Van Gölü ve çevresi başta olmak üzere mikro bölgeleme haritaları, fay haritaları, jeolojik etütler üzerinde yapılacak çalışmalar neticesinde 1/100.000 lik ten başlayıp büyüyen ölçekte planlar yapılmalıdır.

e) Belediyelerce yapılan imar planlarında her ne kadar zemin ve statik açıdan proje uygunluk gösterse de çok katlı yapılaşma yerine daha az katlı ve bahçeli nizam yapıların ortaya çıkması plan aşamasında ön görülmeli ve teşvik edilmelidir.

Her ne kadar her zemine her bina yapılır denilse de, deprem bölgesinde maliyetler ve kullanım amaçları düşünüldüğünde gereksiz yere gökyüzü ile yarışan binalardan uzak durulmalı ve ticari kaygıların yerini güvenilir konforlu şehirleşme gayreti almalıdır.

Bölgede yaptığımız incelemelerde yapıların ruhsat alma aşamasının çok geç sürdüğü ve bu zaman aralığında yapı sahibinin belediyenin denetimini beklemeksizin hızla binayı yapmaya devam ettiğini duyduk. Bu durumda yapılan yapının denetim adına hiçbir kriteri sağlamamasını anlamak zor olmasa gerek.

Projeler uygun olsa dahi denetim mekanizmasının işlemediği bir bölgede kalfa ve ustanın teknik becerisine emanet edilen yapılarla karşılaşılmaktadır.

Bu sorunun çözümü için, yapı sahibinden belediyeye kadar uzanan geniş bir sorumluluk paylaşımı sonucu herkes üstüne düşen görevi yerine getirmelidir.

f) Köylülerin gerek kendi gerekse hayvanları için yapacağı yapılarla ilgili olarak yerel yönetimler köylere destek mahiyetli sistemi ve yapılış yöntemi tip projeler hususunda destek vermeli, ve bu destek verilirken bölgenin şartları dikkate alınarak yöresel malzemelerin kullanılmasına ve geleneksel köy hayatına müdahale edilmemesine özen gösterilmelidir.

g) Afet öncesi tedbirler kapsamında, her ilin ve ilçenin yerel yönetimleri, afet anında kullanılmak üzere stoklarında belli sayıda konteynır bulundurmalıdır. Böylece, Van Depreminde şahit olduğumuz gibi, olumsuz hava koşullarında vatandaşların yaşadığı barınma ve ısınma sorunlarının yaşanmasına meydan vermeden, çok hızlı bir şekilde bu ihtiyaç giderilmiş olur.

h) Yapım sisteminde betonarme malzemenin yanı sıra, depremde mukavemeti daha yüksek olan çelik ve ahşap gibi alternatif sistemler de sistemler de kullanılmalıdır

Şehircilik anlayışında yeni yaklaşımlar..
Van Depremi bir kez daha gösterdi ki, hem şehirlerimiz hem de halkımız, başta deprem olmak üzere doğal afetler karşısında son derece hazırlıksız ve savunmasızdır. Her deprem sonrasında ortaya çıkan enkaz görüntüleri ve ciddi can kayıpları hepimizin içini sızlatmaktadır. Bu durumu değiştirebilmemiz için, başta devlet olmak üzere, yerel yönetimlere, mimar ve mühendislere, müteahhitlere ve bütün vatandaşlarımıza büyük vede ciddi sorumluluklar düşmektedir.

Van depremini bir milat kabul ederek aktif deprem kuşağında olan yerleşim yerlerinin (başta İstanbul olmak üzere) depreme hazır hale getirilmesi için gerekli çalışmaların bir an önce başlatılmasının gereğine inanıyoruz.

Van depreminde yaşanan acı kayıpları, depreme dayanıklı yeni mekanlar yapmak ve çarpık ve sağlıksız yapıların kuşattığı şehirlerimizi, insanca yaşayacağımız mekanlara dönüştürmemize temel teşkil edecek bir fırsata çevirmemiz gerekmektedir.

Van depremiyle ülke gündemine gelen başta İstanbul olmak üzere pek çok şehirde başlanan ‘’Kentsel Dönüşüm’’ uygulamalarının sadece deprem odaklı sağlam binalar inşa etmekle sınırlı tutulup, şehirlerin sosyokültürel ve tarihi dokuları da dikkate alınmadan ve dikey büyümeyi esas alan anlayışların şehirlerimizde geri dönüşü olmayan başka bir tahribata yol açacağı aşikardır.

Şehirlerimizi yeniden inşa ederken, sadece deprem odaklı sağlam binalar inşa etmek noktasında yoğunlaşmak, çok dar bir perspektiften olaya bakarak niteliksiz, kimliksiz ve gayriinsanî şehirler ortaya çıkmasına netice verebilir. İnsanları dikey istifleme mantığı, şehirlerimizi ruhsuz beton bloklarına çevirecektir. Bu yüzden şehirleşme konusunu çok kapsamlı bir şekilde ele almak ve bütüncül bir şehircilik anlayışı ortaya koymak gerekmektedir. Şehircilik, çok disiplinli bir alandır. Hem bir bilim hem de bir kültürdür. Sadece mimarlar, mühendisler ve şehir plancılarına bırakılmayacak kadar kapsamlı bir kavramdır. Sağlıklı bir şehir yapılanması için, sosyologları, tarihçileri, çevre bilimcilerini, sivil toplum örgütlerini ve halkı mutlaka bu sürece dahil etmek gerekir. Kentsel dönüşümü ekonomik rant odaklı planlamaktan çıkarıp, insan ve çevre odaklı planlamamız gerekir. İktisadi ve maddi boyutlardan ziyade, inanç, ahlak ve kültürel boyutları ön planda tutan planları hayata geçirmemiz gerekir.

Van Depremi sonrası Sayın Başbakanımızın, “Bu tabloları defaatle yaşamaktansa iktidarı kaybetmek çok daha hayırlıdır” cümlesiyle başlayan kentsel dönüşüm hamlesi, doğru uygulandığında ülkemiz ve şehirlerimiz açısından çok önemli bir fırsattır. Ancak bu zamana kadar yapılan kentsel dönüşüm uygulamalarından önemli dersler çıkarılmalı, yapılan hatalar tekrar edilmemelidir. Son dönemlerde, sağlıksız yapıları dönüştürmek adına yapılan çalışmalarda, mevcut arsalara verilen emsal artışlarıyla, rant odaklı yüksek katlı yapılaşmaya olanak sağlanarak, insan ruhuna ve fıtratına aykırı beton bloklardan oluşan şehir siluetleri ortaya çıkmıştır. Kat sayısı ve bina yüksekliği arttıkça, kalitenin ve modernitenin arttığı gibi yanlış bir algıya düşülmektedir. Şehrin kültürüne, iklimine, doğal şartlarına bakılmaksızın, tüm şehirlerde aynı türden, aynı malzemelerden, aynı mimaride binalar inşa edilmiş, kentsel ve sosyal doku, hızlı bir şekilde dönüştürülmüş ve tahrip edilmiştir.

Şehirlerdeki nüfus yoğunluğu, birçok problemi de beraberinde getirmektedir. Bu problemleri sadece afet zamanlarında değil, günlük yaşantımızda da müşahede ediyoruz. Birim alandaki nüfus yoğunluğu altyapı, ulaşım gibi teknik sorunların yanı sıra, sosyolojik açıdan da önemli sorunlara yol açmaktadır. Bu sebepten, emsal artışı vererek nüfusu daha da yoğunlaştırmak yerine, şehri geniş alanlara yayarak, az katlı ve bahçeli konutlar inşa etmek daha doğru bir yaklaşım olmaktadır.

Her insanın insanca yaşama hakkı vardır. Ülkemiz 780.000 km2’lik alanıyla her ferdinin insanca yaşayabileceği evler ve şehirlerin kurulması için yeterli alana sahiptir. Büyük şehirleri daha da cazip hale getirecek ve nüfusunu artıracak politikalar yerine, Anadolu’nun her bir köşesini cazip hale getirecek politikalar uygulamak Devletimizin en önemli öncelikleri arasında yer almalıdır. Çarpık ve depreme dayanıksız şehirlerimizi dönüştürürken yurdumuzun her bir köşesinde, istihdamı artırmak, nitelikli, yerel mimariyi yansıtan, kimlik sahibi, insani ölçeklerde ve insanca yaşayabileceğimiz huzurlu ve emniyetli yeni şehirler kurmak, dolayısıyla büyük şehirlerimizin yükünü hafifletmek, yoğunluğunu azaltmak ve yaşam kalitesini yükseltmek, kentsel dönüşümün temel gayesi olmalıdır. Kentsel dönüşüm adı altında 2–3 katlı gecekonduları yıkıp yerine 40–50 (!) katlı konut amaçlı kuleler dikmek şehircilik adına işlenebilecek en büyük cinayettir. Bu mantıkla yapılacak kentsel dönüşüm sadece İstanbul’un değil ülkemizin diğer bütün büyük şehirlerinin de hızla ‘’insanları istifleyerek yerleştirme’’ mantığıyla gökdelenler ormanına dönüşmesi demek olacaktır. Bunun da gelecek 75–100 yılımızın geri dönüşümsüz ipotek altına alınması demektir.

İmar faaliyetleri sonucunda belli bir rantın oluşması kaçınılmazdır. Ancak bu rantın, belli arsa sahibi ve müteahhit yerine, kamuya aktarılması da devletin sosyal adalet anlayışının tesisi açısından önemlidir.

Bugün başta büyükşehirlerimiz olmak üzere şehirlerimiz göç, çarpık yapılaşma, trafik vs. pek çok problemlerle karşı karşıyadır. Şehirlerimizin genel görüntüsü ve konutlarımız asgari konfor ve standartlardan uzaktır.

Bu açıdan konut ve şehirleşme meselesi ülkemizin en ciddi meselelerinden biri olarak önümüzdedir.

Kentsel dönüşümü bu bağlamda düşünüp bir oldu bittiye getirmeden şehirlerimizi ve yaşadığımız mekanlarımızı güvenli, insani ölçeklerde, huzurlu, güzel ve estetik olarak yeniden inşa etmek için bir fırsat olarak görmemiz gerekir.

Osman ARI
Makine Mühendisi
MMG Genel Başkan Yardımcısı

Yavuz SARI
Mimar
MMG Yönetim Kurulu Üyesi

Selami KESKİN
İnşaat Mühendisi MMG Yönetim Kurulu Üyesi

Hakkında: SerMimar

Osmanlılarda mimarbaşı, SerMimaran-ı hassa. osmanlı hanedanının ve büyük devlet adamlarının yaptıracakları binaların projelerini yapmak ve bunların uygulanması için gerekli mimarları, teknik elemanları atamak, büyük kentlerdeki mimarları atamak, hassa mimarlarını yetiştirmek, kent ve kasabalardaki bütün mimar ve ustaların kayıtlarını tutmak SerMimar'ın görevleri arasındaydı.

Ayrıca...

İçişleri Bakanlığından Hafta Sonu 31 İldeki Sokağa Çıkma Yasağına İlişkin Genelge

İçişleri Bakanlığınca 81 il valiliğine hafta sonu 30 büyükşehir ve Zonguldak’ta uygulanacak sokağa çıkma yasağıyla …